Geçen ay Nottingham’dayken,
Chris’in bir iş görüşmesi sebebiyle Cambridge’e günübirliğine gittik.
Trenle her yere çok rahat gidilebiliyor. Üstelik bizim bir de tren kartımız
var, 30£’a aldığımız ki süper oluyor. Bir yılda UK içinde ki beraber yaptığımız yolculuklarımızda üçte bir indirim alıyoruz, UK’ye uzun
süreliğine geldiyseniz size de öneririm. http://www.twotogether-railcard.co.uk/
Sabah erken saatlerde Cambridge’e gelmiştik. İstasyonun
karşısında ki uzun, dar cadde Sidney caddesi, ana caddeleri. Dümdüz bu caddeyi
takip ederseniz neredeyse bütün şehri
görmüş oluyorsunuz. Zaten küçük sevimli bir şehir. Yol üstünde tarihi binalar,
bir çok özel dil okulları, kolejler ve sevimli cafeler vardı. Yolun ortalarına doğru Market sokağına
dönünce, hediyeliklerin satıldığı küçük bir de pazaryeri var. Zaten fazla souvenir
shop yoktu burada. Bu civarda bulunan turist danışma ofisinden bir harita aldık
ki günümüzü kolaylaştırdı.
Oxford’a alışkın biri olarak, burada ki bisiklet yoğunluğu şaşırtmadı
beni. İlk başta karışık dar görünen bu
caddede yürürken biraz hayal kırıklığı yaşamıştım, istemeden Oxford’la
kıyaslayarak. Ama sonra bu cadde, geniş bir meydana, yeşilliğe, Cam nehrinde ki
puntingçilere açılınca benim de yüzüm güldü. Söylemeliyim ki punting asıl
burada yapılıyor.
Peki Oxford varken neden bir de Cambridge olmuş, şehir mi
yetmemiş diye sorabilirsiniz. Aslında bu olay çok eskilere dayanıyor. Oxford
dünyanın en eski 2. Üniversitesi (ilki İtalya’da), 11yylarda kurulmuş. Fakat
kurulması yerel halkı pek memnun etmemiş, sürekli üniversite ve halk arasında
çatışma yaşanmış 1200’lerde büyük çatışmaların yaralanmaların sonunda bir de iki
öğrenci idam edilince bir grup akademisyen
ve üniversiteli Oxford’u terketmeye karar vermiş. İşte dünyanın en eski üçüncü
üniversitesinin kuruluşu böyle başlıyor. Daha içerilerde, daha sakin bir yer olarak
Cambridge’e gelmişler ve burada kolej kurmuşlar, 1209 tarihinde. Şehrin adı üstünde Cam nehri üstünde sevimli
bir köprü (bridge). Eskilerin ağzıyla ‘The Other Place’ (Öteki yer) diyor gerçek Oxfordlular burası için.
Oxford kadar kalabalık değildi bu şehir ve umduğumdan çok az
turist vardı. Oxford’ta her kolejin içine girmek gezmek kolay değil, ücret
ödemek gerekir yada tamamen turiste kapalıdır. Burada ki güzel şey ise
Üniversitelerin çoğunun açık ve ücretsiz oluşu, rahatça girip bahçesini,
şapelini gezebiliyor olmak çok hoş.
Chris görüşmesi için
yanımdan ayrılmıştı ben de kahvaltı için bir yere oturdum. Yanıma yaklaşan
garson, Yunan mısınız diye sordu, hayır Türküm dedim, adam Türkçe : ne güzel! neresinden
? diye cevap verdi. Bu diyaloğu ilginç yapan şuydu aslında; bazıları Türk
olduğumu anlamış olsa da direk soramıyor, ola ki olmama ihtimalime karşı. Çünkü maalesef hala
Türk kadınlarının hepsinin başı kapalı, hatta çarşaflı olduklarını sananlar
var.
Trinity Koleji |
King’s Koleji |
Chris’in görüşmesi kısa sürmüştü biz de gezimize devam
ettik. King’s Koleji önünde sıra vardı
ve bizim vaktimiz sınırlıydı, beklemedik. Trinity Koleji de maalesef kapalıydı. Bizde
Önce Emmanuel Kolej’e sonra Christ’s Koleji’ne bir göz attık.
Emmanuel Koleji |
Emmanuel Kolej
büyük kolejlerinden birisi buranın. 500 Lisans, 150 yükseklisans öğrencisi
var. Ortaçağ zamanından kalma bir bina.
İçinde balık ve ördeklerin olduğu bir göleti ayrıca nadir ağaç türlerinin
olduğu geniş çimli bir bahçesi var.
Eskiden
dominikan manastırının bulunduğu bu bölgede Walter Mildmay tarafından 1584
yılında kurulmuş. Kolejin salonu bu manastır ve kilisenin temelleri üzerine devam
edilmiş .Tıpkı diğer kolejler gibi burasıda sadece erkek öğrencileri kabul
etmiş, bayan öğrencilerin bu koleje resmi kabul tarihi 1979. Korkunç değil mi?
Christ’s Koleji |
Christ’s Kolej
ise yetiştirdiği ünlülerle de ünlüdür. Charles Darwin ve John Milton gb. Buraya
1437’de Tanrı’nın Evi ‘God’s House’ deniyormuş. Burada öğretmenlik eğitimleri yapılmış.
1446’da Kral’ın yeni projesi olarak başka bir yere taşınmış. King’s Kolej ‘in
doğuşu.
Sonra geriye kalan bu alan Kral 7.Henri’nin annesi tarafından Mesih’in
evi olarak, 1505’te (Jesus Christ’s ) yeniden kurulmuş. Bir kadın kurucusu
olduğu için kolejin gurur kaynağı da olmuş. İlk avlu hala 15yy özelliğini
taşımakta. Kolejin en eski bölümü ve burada Darwin odası ayrıca onunla ilgili ürünler
korunmakta. Bu kolejin bir başka özelliği ise Oxford’da dahil olmak üzere yüzme
havuzu bulunan beş kolejden birisidir.
Kettle’s Yard |
Kettle’s Yard
kesinlikle görülmesi gereken yerlerden birisi. Çok zevkli sade ve şık döşenmiş bir ev ve
galerisi var.
çiçeklik köşelerinden birisi |
Ev kesinlikle barış, huzur ve düzeni simgeliyor.
Süslemelerden uzak, tamamen orijinal parçaların sade kalitesinden oluşuyor. Çiçeklikleri için oluşturulmuş köşeler, krem
ve beyaz ağırlıkta sade örtü ve yataklar, alıştığımız ayakta göz hizası
düzeninin bozulduğu, evin alçak duvarlarında, oturulan hizada sergilenen muhteşem
tabloları, ilginç duvar eğimleri, evin içine giren ışığı, bir taşın konulduğu
yere kadar düşünülmüş, tasarlanmış…
Diğer salona bağlanan merdivenleri |
küçük bir okuma oturma köşesi |
kısaca eşyalar ve eserlerle birbirini tamamlamış koca bir
sanat eseri bu ev. Her eşyaya arka planı durduğu yer, farklı noktalardan da
bakın derim, ben gerçekten hayran kaldım.
üst kat yatak odası |
kütüphanesi |
Jim Ede ve eşi Helen 1956 yılında Cambridge’e
taşındıklarında kendilerine has bir ev kurmuşlar. Dört küçük kır evinin
birleşmesinden oluşan bu kendilerine has
ev, zamanla her öğle Jim Ede’in koleksiyonlarının ziyaret edilebileceği açık
bir galeriye de dönüşmüş. Jim Ede 1966 yılında bu evi içindeki
koleksiyonlarıyla Cambridge Üniversitesi’ne bağışlamış fakat 1973 yılında
Edinburg’a taşınana kadar da evi terketmemiş.
Jim Ede ilginç bir adammış gerçekten,
Tate Galerinin ilk küratörü, sanata aşık, sanatçı dostu bir adam. Öğrencilere
bazen evinde ki koleksiyonları ödünç verip evlerinde sergilemelerine izin veren
bir adam.
Evinde sergilenen eserlerin çoğu küratörlük yaptığı sıralarda
edindiği, 20 yy öncesi İngiliz avant-garde sanatçı dostlarına ait çalışmalar. Eserler
arasında, Ben, Winifred Nicholson, Alfred Wallis, Christopher Wood, David Jones, Joan Miro ve heykeltraş Henri Gaudier-Brzeska, Constantin Brancusi, Henry
Moore ve Barbara Hepworth yer almakta.
Mimar Leslie Martin, 1970 yılında evin genel kopseptine zıt
bir modernist bölüm ekleyerek evi uzatmış ve galeriye çevirmiş. Biz ordayken
içinde Gustav Metzger’in sergisi vardı.
Peter House |
Peter House
1284 yılında Ely şehri piskoposu Hugo De Balsham tarafından
kurulmuş. 700 yıl boyunca din, eğitim, araştırma peşinde bir hayır kurumu gibi
çalışmış.
En küçük ve en eski bu kolej, entelektüel bir topluluk olarak da
tanımlanabilir. Ünlü mezunları arasında,
Colin Greenwood (Radiohead), Henry Cavendish, Lord Kelvin, Charles Babbage,
Frank Whittle, Michael Portillo ve komedyen David Mitchell bulunmakta.
Fitzwilliam Müzesi |
Fitzwilliam Müzesi
Cambridge Üniversitesi’ne bağlı bu müze, ilk 1816'da 7.
Fitzwilliam Viskontu'nun kendi kütüphanesini ve sanat koleksiyonunu bir miktar
parayla beraber, üniversiteye miras bırakmasıyla kuruluyor, fakat müzenin inşaatının tamamlanması ve müze
açılışı 1875 yılında oluyor.
İçerisinde, farklı ülkelerin arkeolojik
eserlerinden, antik eşyalardan, el yazmaları, gravür, müzik notaları, Rönesans
eserleri ve modern zamanlara uzanan
önemli koleksiyonları barındırıyor. Titian, Monet, Picasso, Turner, Degas,
Renoir, Rubens, Cezanne, Henry Moore, Rodin gb ünlü sanatçıların eserleri var.
Grosshopper Saati |
Grosshopper Saati
Corpus Christi kolejine ait Taylor kütüphanesi önünde yer
alan ‘The Corpus Clock’ kolejin eski üyesi John C Taylor tarafından
düzenlenmiş. Saatin açılış töreni 2008 yılında Stephen Hawking ’in de katılımıyla gerçekleşmiş. Biz yakalayamasak da belli aralıklarda saat
altın kaplamalı bu çelik tekerlek üzerinde kendini gösteriyormuş. Üzerinde bu
tekerin dönmesine yardımcı olan çekirgenin de arada gözlerinde bir parlama
oluyor. Tabi bu yaratık tam bir çekirge görünümünde değil aslında, rahatsız
edici bir tarafı var ne de olsa zaman yiyici, timeeater , chronophage işlevi
görmekte.
Saatin önü çok kalabalıktı, bir de sürekli
aradan geçen arabalar sebebiyle yaklaşmak, incelemek biraz zor oldu. İşte karşı kaldırımdan çekebildiğim bir
video.
Trinity kolej karşısında ‘Cambridge University Press Bookshop’ da görülmesi gereken yerler
arasında listelenmeli bence, bina olarak olmasa da taşıdığı kitapçılık
geçmişiyle.
Bu yer, bu mekan, 1581 yılından beri ülkenin en eski kitapçısı olma özelliği taşıyor.
No comments:
Post a Comment