Dünyanın doğal harikalarından biri olarak Jurassic Coast (Kıyılar)
İngiltere’nin güney kıyısında yer alıyor. Unesco Dünya Mirasları arasında
bulunan bu kıyılar, 155 km (95miles) uzunluğunda ve içerisinde 180 milyon
yıllık, jurassic zamana dayanan, kayaları, fosilleri ve taşları hala muhafaza
ediyor.
kayınpeder eğleniyor bizle, meğer bir tuşla açılıyormuş bu yelken :)) |
Biz de bu kıyıları görmek üzere iki ay önce ailecek Southampton’dan
batıya doğru yelkenliyle denize açıldık. Kaptan kayınpeder, Chris ve ben tayfaydık.
İngilizler kadar denizci bir milllet
daha yoktur sanırım. Tüm limanlar yelkenlilerle dolu, bir limanda gecelemek için
önceden rezervasyon yaptırmak şart, boş yer olmuyor çünkü. Bizde planımızı
yapmıştık, bir iki gün Poole’da, marina ‘Quay boat haven’da kalacaktık oradan
da Jurassic Coast yolculuğumuza devam edecektik. Poole ile de ilgili daha sonra
bir yazım olacak. Oradan güneye doğru yelkenleri açmıştık fakat ilk gün zordu
benim için, yelkenliyle seyahatte geminin içinde yada alt katlarda olmak mideyi
perişan ediyor, güvertede olup, deniz yoluna bakmak açık havada olmak çok daha
iyi. Ayrıca benim gb İngiltere güneşini hafife alıp güvertede saatlerce yatmayın.
Güneş çarptı ve ilk günümü alt katta yatakta geçirmek zorunda kalmıştım.
Old Harry Rocks |
Jurassic Coast,
East Devon’da ki, Exmouth ile Dorset’e bağlı, Studland körfezindeki, Old Harry
Rocks arasında yer alıyor.
İlk durağımız Old Harry Rocks oldu. Handfast noktası,
Purbeck adası yakınında ki bu dev üç tebeşir taşı, denizin ortasında sürrealist
bir görüntü oluşturuyordu. Büyük ihtimalle eskiden bu adanın bir parçası olduğu
ve zamanla eriyerek birbirinden ayrıldığı düşünülüyor. Neden bu taşın ismi Old
Harry derseniz, hikayeye göre bu kayanın üzerinde kötü kalpli Harry Paye isimli,
buralı bir korsan uyurmuş.
Tilly Whim Mağarası |
Jurassic Coast kıyılarını izleyerek, salına salına
yaptığımız bu yolculuğun ikinci noktası, Tilly
Whim Mağarası’ydı. Burada demir atmadık ama, mümkün olduğunca yanaşarak
gemiden izlemeye çalıştık. Zaten mağara içerisine girilemiyor. Uzun yıllar önce
taş düşme ve çökmeler sebebiyle çok tehlikeli bulunarak kapatılmış ve içinde ki
uçurumları, göçükleri, kuşlara, yarasalara yuva olmuş.
Worbarrow Tout |
Swanage |
Worbarrow Bay’e gidene
kadar yine bir çok noktayı uzaktan da olsa görmüştük. Yelkenleri indirdik ve
burada demir attık. Çocuklar küçük botla tam kıyıya geçmişti ki, bir askerin
koşarak yanlarına gittiğini gördük. Bizimkiler hüsranla geri döndüklerinde, bugün
burada demir atamayacağımız yeni tamamlanmış askeri talimlerin ardından etrafta
temizlik yapıldığının söylendiğini ve hemen oradan uzaklaşmamız gerektiği
uyarısında bulunduklarını öğrendik. Biz de tabi ki kazara bir kurşuna kurban
gitmek istemiyorduk. Bu alan uzun süredir orduya ait ve hafta sonu sadece bir
iki gün ziyaretçiye açılıyordu bizde o günlerde buraya dönmek üzere ayrıldık.
Oradan sonra Lulworth Cove ‘a doğru giderek, bir çok yelkenli gibi orada demir
attık. Sevimli küçük bir köyün dibinde, gelenleri kucaklayan bir görünümü var bu
koy’un.
Batı Lulworth Köyü |
Burada ki köye ise Batı Lulworth
Köyü deniliyor. Yılda 500.000 ziyaretçiyi karşılıyormuş. Taşlıklı sahili,
köyün içinden akan deresi, dere kenarında sevimli evleri, pansiyonlarıyla
insanın içine mutluluk katan bir havası vardı. Kendimizi hemen bir pub’a attık.
Açık havada lezzetli bir akşam yemeği yedik.
benim karides kokteylim |
Durdle Door,
Salvador Dali’nin tablosundan çıkmış gibi bir yer. Kardeşimin buranın
fotoğrafına yorumuyla tam da; ‘koca bir fil sanki bütün denizi içmek için
hortumunu denize sonmuş’ gibiydi. Doğal kireçtaşından bir kemer.
denizi içen fil |
merdivenleri |
Sahile küçük botları
çıkardık, önümüzden başlayarak gökyüzüne gidiyormuş gibi görünen dar taş
merdivenleri çıkmaya başladık. Aşağıdayken büyüsünü tam farkedemediğimiz bu
manzara tepeye vardığımızda bizi kendimizden geçirdi.
O kadar merdivenden sonra
dondurmayı hakettiniz der gibi şirin bir dondurma ve meşrubat minibüsü de bizi
tepede bekliyordu. Bütün bu araziler, Durdle Door, Lulworth koyu, kıyıları,
köyü sadece tek bir aileye ait. Welds ailesi, Lulworth Estate adı altında 52 km2
lik bu alanların sahipleri. Durdle kelimesi ne demek diye düşünüyorsanız, bore
yada drill kelimesinden türediği, böylece anlamının delik, oyuk olduğu biliniyor
ki tarife de uyuyor.
St. Oswald’s Bay |
Durdle Door’un arka tarafında kalan koy ise berrak denizi ve
kalp şeklindeki kıyısıyla inanılmaz romantik bir görünüm sergiliyordu.
Man of War Cove deniliyor bu koya. Resmi
adı St. Oswald’s Bay
botumuz çekiliyor |
Bu muhteşem plaj ne yazık ki artık kullanılamıyor, yüksek
uçurumlara komşuluk yaptığı ve taş düşmeleri yaşandığı için. 2013 yılında çok
büyük bir kaya parçası düşmüş buraya fakat hala gelen ziyaretçiler ayaklarını
burada denize sokmadan gitmiyor. Jurassic Coast’ta geldiğimiz en uzak nokta burası oldu, kıyılar devam ediyordu fakat biz
sonuna kadar gitmeyecektik.
girişi |
Fossil Forest yani
fosil orman, yürek hoplatan bir yükseklikten aşağı baktığımızda denizle aramızdaki
yüksek kayaların üzerinde yer alıyordu. Taş merdivenlerle bu ara katmana indik.
Yüzyıllık, fosilleşmiş ağaçların arasında jurassic zamana ait taşlara dokunmak
ve bir küçük fosil bulma umuduyla her taşı yoklamak inanılmaz keyifliydi. Fakat
tepemizden vuran güneş, orada uzun süre kalmamızı engellemişti.
Anlatılanlara
göre bundan beş on yıl öncesinde burada her taş, bitki, hayvan fosilleriyle
doluymuş ama ziyarete açık bir yer sonuçta, her gelen her bulduğunu götürünce
burada yeni şeyler bulmakta zamanla zorlaşmış.
Körfezin diğer tepelerini de
şöyle bir dolaştıktan sonra gemiye geri döndük. Akşam olmuş ve tatlı bir
yorgunluk çökmüştü üzerimize. güzel bir film izleyip, denizin kollarında yine
uykulara daldık.
Worbarrow Bay’e geri
dönecektik ama önce telefonla kıyı amirliğinden gidip gidemeyeceğimiz konusunda
teyit aldık. Bu sayfadan da takip edilebiliyor. http://www.icoast.co.uk/lulworth_ranges/
Ziyarete açıktı, bizde öğle saatlerinde oraya ulamıştık. Demir
attık ve Chris’le kıyıya çıktık. Patika yoldan yaklaşık yirmi dakika yürüyerek
hayalet kasabaya ulaştık. Tyneham. Ne
muhteşem bir yerdi.
Bu balıkçı kasabası
halkının buradaki geçmişi demir çağlarına kadar gidiyor.
Tiyatrosundan |
Öyle ki yüzyıllarca
birlikte büyüyüp birlikte yaşlanmış koca bir mahallenin çocukları olarak yaşamışlar
taki 1943 İkinci dünya savaşına kadar. Britanya ordusu o zamanlar tam da Christmas
öncesi, kasabaya geçici bir süre için boşaltılması emri veriyor. Bu bölgenin savaş
süresince askeri atış talimleri, eğitimler ve yaşam alanı olarak kullanılacağı
bildiriliyor. Çaresiz kasaba halkı evlerini terketmek zorunda kalıyor.
okulunda boş kalan sıraları |
Giderlerken halkın kilisenin kapısı üzerine bıraktığı bir not hala bu 13. yy’dan
kalma hayalet kilisede sergilenmekte.
Şöyle diyor: ‘Biz nesilden nesile
yaşadığımız bu kasabamızı, evlerimizi, savaşı kazanmanız ve özgürce yaşamamız için
şimdilik terk ediyoruz, fakat geri döneceğiz. O vakte kadar lütfen evlerimize
ve kilisemize iyi bakın, özen gösterin’ yazıyor.
O halk yani 225 kişi, buraya
ne yazık ki hiç dönemiyor. Çünkü savaş sonrasında da ordu bu bölgeye el koyuyor
ve zorunlu satın alma işlemi gerçekleştiriyor. 1975 yılına kadar girilemeyen bu
bölge şikayetler sonrası düzenli olmasa da hafta sonları halka açılıyor. Kasabada
ki her evde, orada bir zamanlar yaşayanların kısa hikayeleri yazıyor.
Okulu, tiyatrosu,
kilisesiyle kocaman, kalbi kırık bir müze alanı. Dönerken bir de fırtınaya yakalandık,
yelkenliyle denize açılıp fırtına almadan dönmek olmazmış gibi. Bir telaş
geminin yağmurluklarını indirmek, kenarlarda sallanan çamaşırlarımızı içeri
taşımak, tatlı bir telaş, bir taraftan gülerek ve işte yağmur sesi altında bir
salıncak sığınak. O geceyi bu koyda geçirdik. Sabah eve dönüş vaktimiz
gelmişti.
·
Beautiful photography!
ReplyDelete