Sunday 27 April 2014

Bizim Papa John Paul II




Polonya’ya gelmeden önce tüm dünya gibi bizde John Paul II’ yi duymuş, az çok  hakkında bir şeyler biliyorduk. Fakat Krakow’a gelince onu daha yakından tanımamızın gerekliliğini anlamıştık. Her yerde posterleri, kitapları, resimleri ve heykelleriyle karşımızdaydı. Önce filmlerle başladık onu tanımaya, sonra hakkında yazı ve kitaplar okuduk, herkesin en çok saygı duyduğu isimdi. Karol Józef Wojtyła ( Jan Pawel II) orijinal adı. Polonya ’da nazi dönemini yaşamış kireç ocağında çalışmış, babasının 41’deki ölümünden sonra Rahip olmaya karar vermiş. Krakow’da 63’te Başpiskoposluğa, 78’de Vatikan’da Papalığa yükseldi. Sadece Polonya’nın değil tüm dünyanın sevgisini kazanmayı başaran tek Papaydı, 81 senesinde kendisine suikast girişiminde bulunan Mehmet Ali Ağca dışında sanırım. Bu suikastta elinden ve  karnından yaralanmış kolay toparlanamamış olsa da 4 gün sonra M.A.Ağca’yı affettiğini duyurmuş, hatta sonrasında onu  hapiste ziyaret etmişti.

 Zeki, konuşkan, dünyada 129 ülkeyi gezmiş, tüm dinlerle ortaklık kurmaya çalışan, üstelik tarihte Vatikan’dan olmayan tek Papaydı. 
Lehçe anadilinin dışında, on dili akıcı konuşabilme yeteneğine de sahipmiş. 

Archdiocesan Evleri 19 ve 21 numaralarda Kanonicza Sokağında.


Bu sokak Krakow'un en eski sokaklarından birisi ve bu iki bina 14yy'dan kalma. İkisi de Büyükşehir piskoposluğuna ait. 

Karol Wojtyla 'nın 1951-58 yılları arasında Rahipken daha sonra 1958-67 yıllarında Piskoposluk,
Frederick Pautsch'e ait bazı çalışmalar



Başpiskoposluk derken yine burada yaşamış.
Dini kıyafetlerinden
Ona ait bazı eşyalar, giysiler, mektup ve pullar, hediyeler,  Ressam Teresa Stankiewicz'e ve Frederick Pautsch'e ait bazı çalışmalar, 19 yy a ait mobilyalarla toplam 600 eser,16 odalık bu Barok evde sergilenmekte. 
Sivil kıyafetlerinden
2005 yılından sonra da buraya onun adı verilmiş. Muzeum Archidiecezjalne Kardynała Karola Wojtyły.
Müze eve giriş ücreti 5zl.

Gelelim Saint yani Azizliğe yükseltilmesine. 27 Nisan 2014’de Roma’da Aziz Petrus Bazilikası’nda günümüzün Papası I.Franciscus tarafından Aziz ilan edilişine,  onun kendi evi Krakow’dan, böylesi  tarihi bir olaya tanık olmamız Chris ve benim için elbette çok önemliydi. Aylar öncesinden başlamıştı Krakow’da hareketlilik.   

Sergiler, heykeller yapılmıştı, pencerelerde, trenlerde Polonya ve Vatikan’ın bayrakları asılıydı. Büyük günden bir gün önce 26 Nisan cumartesi günü bir zamanlar Başpiskoposluk yaptığı Old Town’daki Pałac Biskupi w Krakowie’ın önünde kalabalık oluşmaya başlamış, Palas’ın camlarında, duvarlarında 3D Multi-medya görselleriyle onun hayali gezinmeye başlamış, yaşanmış gerçek anlar aynı pencerelerde yeniden canlandırılmıştı. Akşam saat 21:10’da başlayıp yarım saat kadar süren bu gösteriyi izledikten sonra eve geçtik. 
Sanktuarium Bożego Miłosierdzia altgeçidi
Nede olsa sabah erken kalkacak Łagiewniki’ye 'Sanctuary of Divine Mercy'e doğru yol alacaktık, geceden sandviçlerimiz hazırdı. Ertesi gün Papa John Paul II’nin Rahibe Maria Faustyna Kowalska’yı Aziz ilan ettiği yer olan manastıra doğru yola çıktık. Stradom durağından 10 no’lu trene bindik 'Sanktuarium Bożego Miłosierdzia' durağında indik.Teatr Bagatela'dan 8 no'lu tren le de gelinebiliyor bu arada.  Fakat tren inanılmaz kalabalıktı. İtalyan rahipler, gazeteciler, yerel halk başka şehirlerden gelenler.. kalabalık beni başka tarafa, Chris’i başka tarafa sürükledi.
Ben o sıkışıklıkta nasıl biletimi makineye okutacağımı planlamaya çalışırken niyetimi farketmiş bir rahip, mimikleriyle gerek yok basma işareti verdi.  E rahip onayını aldıysan bu ülkede zaten sırtın yere gelmezdi, basmadım tabi.
İnsanlar kütle halinde bir durakta indi, tabi bizde.. nerde indiğimize bakamadık bile ve kütle halinde alt geçitten karşı caddede ki yolun başında bulduk kendimizi. Tabiki yol üzerinde seyyar satıcılar küçük tezgahlarıyla iş başındaydı, bu fırsat kaçmazdı tabi. Şekerciler, baloncular, bayrak, teşbih satıcıları, durmadan elimize bir broşür bırakanlar, tabi hepsi para da para diyordu.
 Krakow’da öğrendiğim bir şey ki rahipler gerçekten çok zengindi. Her dinde çarpıklıklar yok mu?
Kulesinden görüntü



Rahiplerin, senin ve ölenlerin için dua etmesini istiyorsan, kibarca cebine her seferinde para koymalıydın.
Manastırın bahçesinde üç yapı vardı, soldaki Rahibe Maria Faustyna Kowalska’nın yaşadığı Manastırdı. Bu rahibenin hikayesi şöyle; Rahibe arkadaşlarına rüyasında İsa peygamberin onunla konuştuğunu ve ondan kendisinin bir tablosunu yapmasını istediğini söylüyor. Oda diyor ki efendim benim hiç sanatsal bir yeteneğim yok, o zaman diyor, onu bul ve benim bir tablomu yaptır. Sonra rüyayı duyan bir rahip yetenekli bir ressamla iletişime geçmesini sağlıyor ve nitekim bu tablo ortaya çıkıyor. İşte aşağıda sağda da tabloda ki  İsa tasvirinin heykeli var.

Rahibe Maria Faustyna Kowalska ve İsa heykeli
Bahçeden hafif arkaya dönünce Jan Pawel II’nin büyük bir anıtı karşımıza çıktı, tabi kalabalıkla oraya doğru akmıştık. Her yerde büyük ekranlarla canlı yayından Vatikan’ın kalbi tutuluyordu. Herkes saygılı bir sessizlik içindeydi. Ekranlardan yükselen ses o kadar güçlüydü ki karşı tepeye ulaşıyordu. Ekranları gören göremeyen herkes yüzünü sese doğru dönmüş, yanlarında getirdikleri sandalye ve taburelere oturmuş, kimileri yeşil çimlerin üzerine yatmış dinliyorlardı.  Ekrandan kilise korosunun yükseldiği bir an durduk oturduk Chris’le, ilginç bir atmosferdi, dili anlamıyorduk, İtalyanca ve Lehçe’ydi fakat o yoğunluğu hissedebilmiştik.
Arka alandaki çimlerin üzeri tıklım tıklımdı küçük bir nehir vardı aşağısında, minik köprüsünden geçip, karşı tepenin merdivenlerine doğru çıktık. Burada hala inşaası süren John Paul II adına yapılan bir Center var. İçerisinde müze, kilise gb onu anlatacak bir Center yapılıyor. Orda ki kalabalık fazla değildi. Sandviçlerimizi yedik, dili de anlamadığımızdan e biraz sıkılmıştık, satıcıların tezgahlarını gezerek çıkışa yönlendik.

Tabi bu Center'ı görmek için sakin başka bir gün yine geldik. İçerde dini törenleri vardı, rahatsız etmeden önce etraftaki yan odaları gezdik. Tören bitince ana salonu da görmüş olduk.
 İçerde, azizlerin kemiğinden bir parça, Papa'nın kanından bir parçanın konulduğu odalar vardı. Her oda farklı bir azize işaret ediyordu ve istedikleri birine girip dua ediyorlardı.
Tuz Madeninden
Odalardan birisi Tuz madeninden getirilmiş heykel ve kabartmalardan oluşuyordu.

 Buranın çıkışında küçük bir kafeterya var, Papa John Paul'un en sevdiği kek Papieska satılıyor. Bol kremalı gofret gibi.
Bu ana binanın yanında müze var, girişi 5zl, fotoğraf çekmek istersen ekstra 5zl daha ödüyorsun. Avrupa şehirlerinde iyice moda haline gelen yok kamera için ekstra para, yok müzeyi böldük sağı için şukadar, köşesi için bukadar olayına deli olyorum. Yapacak bişi yok.
Bir grup anlamlandıramadığımız büyük bir afişin önünde bir şeyleri protesto ediyor, imza topluyorlardı.  Afişte  arkası dönük iki çıplak gay’in bir sokaktaki protestosundan alınmış bir kare üzerinde de gay bayrak renklerinin üzeri çizilerek stoppedofili yazıyordu. Şoka uğramıştık, ne demekti anlamak istedik, içlerinden iki tanesine ne yaptıklarını sordum, yabancı olduğumuzu anladıklarından önce biraz tedirgin oldular, cevaplamak istemediler, sadece bizim ülke vatandaşlarını ilgilendiren bir konu dediler, seks eğitimiyle alakalı dediler. Ne? nasıl yani? diye sorarken Chris ne döndüğünü çoktan anlamış yüzü sinirden kıpkırmızı kesilmişti. Kısaca bu grup gay düşmanlığı yapıyor, gaylerin genç oğlan çocuklarıyla beraber olmasının durdurulması için okullarda ki seks eğitiminin kaldırılmasını istiyordu. Tuhaf olan şey,  bir çok söylentiye göre asıl genç oğlanlarla beraber olan rahiplerin aslında kınanıyor oluşu ve böyle bir günde kilise adına bu suça ortak olmadıklarını bunu yapanların gayler olduğunun bu grupla işaret ediliyor oluşuydu. Bir zamanlar maalesef bizim John Paul II’de bu sorunu fark etmiş ama üzerini kapatmakla yetinmişti. Acı olan ise o kağıtlara bir sürü imza atan vardı. Eve döndük, bizim Pawel artık Saint olmuştu ve biz de ordaydık.

Following in the Footsteps of "Our" Pope (from Krakow to Canonisation)

The Krakow-Vatican City Express
Catholics: thousands of them; the old communist era tram groans under the theological and humanitarian weight of it all. Each new stop brings more of them, and my wife and I are pushed further apart. I see her down the carriage; the priest she has asked to move aside, so that she can validate her ticket, busy extoling to her the virtues of fare-dodging. At least that's her excuse...

The tram trundles on; on its roof, where once proudly flew the red flag, now fly the twin flags of the Polish Republic, long denied its political independence, and the Vatican City, inexplicably granted its. These flags symbolise of the dual nationalities of the local son we come to honour; Pope John Paul II: known here in Krakow as our pope.

Despite being somewhat unimaginatively named – I always thought Pope George Ringo would have been a far better homage to his predecessor – the city’s former archbishop remains hugely liked here – more due to his credited involvement in the fall of the hated Communist regime than the spurious claims that he smoked dope.

Finally disgorged, however, it is a somewhat incongruous reminder of some of the failings of his papacy which greets us; a catholic pressure group has set up at the base of the hill collecting signatures on their petition which attempts to link child abuse with the twin evils of homosexuality and sex education. My wife attempts to engage them in discussion but they briskly brush her off, leaving her negative perception of the procedings.

Holy Tack!
Post-Communist Poland has happily seized upon rampant runaway capitalism and the hill is lined with the same stalls selling mass-produced tack that I have seen at every other event I’ve attended. The Catholic Church itself has of course long since mastered this and by the time we enter the sanctuary my wife has collected five leaflets begging for donation to various “worthy” projects, cementing her view of the church.

The sanctuary we become caught in a seething mass of humanity gathered here from all over the world; a voice comes over the loudspeaker welcoming English speaking visitors – especially those from Seattle, and the Emerald city is bumped up my mental list of places never to visit. My wife dives headlong into the crowd convinced she can make it to the other side and I try to keep up.

After finally pulling her from the masses we make our escape through the rear of the sanctuary where a stylish new hotel demonstrates the extent of high-end Catholic spiritual tourism. Photos in the hotel window depict our Pope’s own pilgrimage here and that of his German successor – one can’t help but wonder how the Poles took to that appointment.

A lush field around the back of the sanctuary has become muddied by thousands of the faithful staring up in silence at the great screen relaying events live from the Vatican. Making our way around the edge of the crowd we notice a small sign pointing to the “Blessed John Paul II Centre” and I can’t help but note that the first word on that sign is going to need to be changed in a couple of hours.

To Be Completed...
The still under-construction centre, intended for completion in 2015, was one of the “worthy” projects that leafleted my wife for money upon our arrival but they have none-the-less done their best for the canonisation of their patron and a screen in the courtyard attracts some of the overflow from the great sanctuary at the bottom of the hill.

Sitting on the grass at the top of the hill and staring down at the screen below we joined with a sour-faced Lech Wałęsa and a just-happy-to-be-invited-anywhere Robert Mugabee as for the first time in history four Popes were gathered together in one place at the same time – admittedly one was retired and two were dead, but it was a momentous occasion none-the-less.

That night, at Bishop’s Palace at Franciszkańska 3, the miracle of modern technology resurrected our Pope with a 3D multimedia sound and light laser show that brought the beloved one-time arch-bishop of Krakow back to the “papal window” of his former home to talk and give blessings to his followers just as he used to do on his visits here.

Saturday 19 April 2014

Krakow, Wieliczka Tuz Madeni

Easter yaklaştığı için cumartesi günü Krakow Wieliczka Tuz Madeni yarım gün açıktı. Normalde birkaç gün önceden randevu alınması tavsiye ediliyor fakat biz almadan sadece biraz erkenden gittik. 724-744 no’lu otobüsler stadyum tarafına gidiyor, oradan da yani Cracovia durağından 304 no’lu otobüse binip 9.durak Wieliczka Kościół’da indik. İki vasıta değiştirerek geldiğimiz için 5zl-40 dakikalık bilet kullandık. Turistik bir istikamet olduğu için tavsiyem biletinizi basmayın unutmayın mutlaka bir kontrol oluyor. İndiğimiz yöndeki yeşil tepeliğin aşağısına doğru inip küçük bir geçitten geçip sola doğru (hafif rampa) devam ettik, toplamda on dakikalık bir yürüyüş mesafesi.

64 metrelik merdiven
Girişin karşısında ki bilet gişesinden biletlerimizi kişi zl. Ödeyerek aldık ayrıca fotoğraf makinası başına da ekstra 10 zl. Ödedik. Tur rehberimiz girişte karşıladı bizi, yaklaşık 60 kişilik bir grubun içindeydik. Normalde grup sayısının 20 kişiyi geçmediğini ama Easter cumartesine denk geldiğimiz için böyle olduğu söylendi. Boynumuza astığımız ücretsiz audio guide’lar sadece rehberimizin sesini duyabilmek içindi her ne kadar duyamamış olsak da. Çok geniş olmayan fakat inişi rahat tahta merdivenlerden döne döne 64 metre aşağı indik. Her öbekte kaç metre kaldığı yazıyordu.
koridorlardan
Sonunda indiğimiz zeminden bir kapı açıldı sonra uzun tahtadan koridor, sonra yine kapılar ve koridorlar açılıp açılıp kapandılar. Gittikçe asma köprüler başka merdivenlerle daha da aşağılara indik. Sağda solda balmumu, tuzdan heykeller, canlandırılmış küçük hikayeler, ışık şovları izledik. Sıcaklık ortalama 14-16 derece civarındaydı. Turumuz üç saat sürmüştü.
 Madenin en önemli özelliği dünyadaki en eski tuz madeni oluşu 13yy’da yapılmış, derinliği 327 metre olmasına rağmen biz en fazla 125 metreyi görebildik. Zaten birçok bölümü ziyaretçilere kapalıydı. Yılda bir milyondan fazla turist ziyareti oluyormuş buraya. Muhteşem akustiğiyle konserlere, düğün törenlerine de ev sahipliği yapan bir yer.
çok amaçlı salon

İçerisinde üç küçük kilisesi, popüler bir büyük katedrali, müzesi, mağaraları, tuzdan heykel ve kabartmaları, yeraltı gölleri, gayet uygun fiyatlı kafe ve restoranı, konferans ve balo salonu, pasajları, çocuk oyun alanı, dokunmatik ekranları, 3D- 5D multi medya görsel şovlarıyla tam bir yeraltı şehriydi.
Çıkışta asansör kullandık, tek bir asansör olduğu için engelliler ikinci seviyesine kadar bu madeni gezebiliyorlardı. İçeride tuvaletleri rahatlanabilecekler için küçük bir sanatoryumu da mevcut.




Katedrali
 Madenin en can alıcı yeri olan Katedral’de İsa ve havarilerinin tuzdan yapılma kabartmaları, John Paul II’nin tuzdan heykeli, görkemli avizeleri ve zeminde kullanılan tarihi mozaikleriyle çok etkileyiciydi.
 Unesco Dünya mirası listesinde yer alan bu maden kesinlikle görülmesi gereken yerlerden birisi.



Prenses Kinga hakkında bir de efsanesi var buranın; prenses, prens Bolesław V ile evlenmeden önce babasından çeyiz olarak bir tuz taşı istiyor, babası onu tuz madenine götürüyor, nişan yüzüğünü bu madene atıp ülkesine dönmeden önce madencilerden gidebildikleri derine kadar gidip yüzüğü bulmalarını istiyor.
Sonrasında bir kayanın içinden çıkan yüzükle Kinga bu madenin, madencilerin ve çevresinin koruyucu azizi ve sahibi ilan ediliyor. Madenden çıkışta karşımızda Va Banque adlı bir restoran vardı. Fiyatları normal, yemekleri leziz, atmosferi temiz ve gayet hoş lokal bir restoran, yemeklerimizi yedikten sonra buranın meydanına geçtik, üç boyutlu, yere resmedilmiş sokak resmi çok hoştu.
Sokak Sanatı
 Oradan etraftaki kiliseleri gezdik. Tabi ertesi gün Easter Pazarı olduğundan şimdiden ellerinde sepetleriyle herkes ertesi gün ki kahvaltılıklarını kutsatmak için kiliselere geliyorlardı. Süslenmiş sepet içinde ekmekleri, babka denilen özel paskalya keki ve yumurtalar yer alıyordu.

Sunday 6 April 2014

Krakow Ulusal Müzesi Şube ve Galerileri (The National Museum in Krakow Branches and Galleries)




Onbir şube  ve galeriden oluşan Ulusal müze ziyaretleri Pazar günleri ücretsiz.(10:00 am-4:00 pm) Pazartesi günleri kapalı.
1-Muzeum Narodowe w Krakowie Gmach Główny

Ana Bina al. 3 Maja 1
Ana binaya gitmek için 20 no’lu trene binip Uniwersytet Jagielloński durağından sonra ki Cracovia durağında indik. Alternatif olarak 304, 502, 744 yada 724 no’lu otobüslerin de oraya gittiğini belirtiyim. Müze içerisinde üç sabit galeri var. Birisinde; Ortaçağın başlarından 2.Dünya Savaşına kadar Polonya üniforma ve silahları. Biz burada şapkaları deneyip, üniformaları giyip eğlenceli fotoğraflar aldık.
 İkincisinde ; tekstil, mobilya, seramik ve araç gereçlerin gösterildiği Dekoratif Sanat. Üçüncüsünde; 20yy Polonya Çağdaş Sanatı örnekleri resim, heykel, baskı ve fotoğraflar sergileniyor. İzlenimci Polonya’lı  Ressam Włodzimierz Tetmajer’in 1905 yılında yaptığı  ‘Dorobek’ tablosu çok hoştu.
Zbigniew Pronaszko
Jacek Malczewski Polonya’da sembolizmin babası kabul edilen bir ressam. Daha sonraları Krakow Güzel Sanatlar Akademisinde rektörlükte yapmış. Vatansever, bağımsızlık ideallerini,  tarihsel şehitlik motifleri ve doğa sevgisiyle birleştirerek resimler yapmış.  Pazar günü dışında giderseniz sadece bu üç sabit sergi için 10 zl. Normal ücreti var. Diğer sergiler için ise 19 zl.  Binanın çevresinde ki yapılarda görülmeye değer. Çıkınca şöyle bir tur attık. Buranın iki büyük futbol takımının stadyumları da hemen binanın yakınında üstelik dinlenmek için çok tercih edilen büyükçe bir de park var.


2-Piskopos Erazm Ciołek Sarayı (The Bishop Erazm Ciolek Palace)

Ul.Kanonicza 17 (Wawel kalesinin Podzamcze sokağı girişinin, tam karşısındaki sokak)

Saray 1501-1503 yılında Polonya kralı Alexander Jagiellon sekreteri, Płock Piskoposu, Erazm Ciolek için yaptırılmış. Piskopos  Ciołek sadece bir diplomat ve hümanist değil, sanatçıların koruyucusu, saygın bir sanat müşterisi olarak da kabul ediliyormuş. 




Binanın ön mimarisi, geleneksel Gotik unsurlarını, ana portal ise İtalyan Rönesans etkilerini taşıyor. Saray 1520 yılında genişletilmiş (Tomicki Salonu dekoru bu döneme ait). Savaşlar ve fırtınalar sonucunda yıkılan sarayın yarısı 18.yyda tamamen yenilenmiş. Bir dönem, polis karakolu, hapishaneye dönüştürülmüş bu saray, 19.ve 20.yy’da çeşitli devlet kurumları tarafından da kullanılarak iyice bozulmaya başlamış.



 1996 yılında bina Krakow Ulusal Müzesi'ne teslim edilmiş. 1999-2006 yılında 

Yurttaşlar Komitesi tarafından finanse edilerek başlatılan, ‘Krakow Tarihi Anıtlarının Restorasyonu’ çerçevesinde, saray eski ihtişamına geri getirilmiş.



Giriş katta temsilcisi salonları var.  Freskler ile dekore edilmiş. Giriş ve zemin katta genel olarak Ortaçağ, Rönesans, Barok tarzında,  12. ve 18.yy arasında ki Eski Polonya-Litvanya Cumhuriyeti'nin Ortodoks Sanat eserleri sergileniyor. 




Birbirine kontrast renklerin parlaklığı hala göz alıyor. Dini figürler, Azizler, ahşap, fresk, yağlı boya çalışmalar, kokuları ve renkleriyle kesinlikle ziyarete değer.
Pazar günü giriş ücretsiz diğer günlerde ise 12/6 zl.

3-The Gallery of 19th Century Polish Art in the Sukiennice
Sukiennice, Rynek Glowny 1-3
Bir Pazar günü Chris’le, erkenden uyanıp Old Town’a geldik. Meydandaki büyük  kilisenin karşısında yer alan, Krakow’un  en büyük ve daimi koleksiyonuna sahip bu müze, 4 büyük salonuyla, 19 yy Polonya Resim ve Heykel Sanatını sergiliyor. Kesinlikle görülmesi gereken yerlerden birisi. Sergiyi gezerken her eserden inanılmaz keyif aldık. Peki salonlarda hangi sanatçılar ve eserleri vardı diye sorarsanız, hepsi olmasa da bazılarından bahsetmek isterim.

 Bacciarelli Salonu; Marcello Bacciarelli - Aydınlanma Salonu. Rokoko, Klasik ve Barok stilinde ki 18 yy eserlerinden oluşmakta. Tarihte tartışmalı bir figür olarak bilinen sanat ve bilim patronu, Polonya -Litvanya dükü ve Commonwealth (Milletler Topluluğu) ‘nin son kralı Stanisław August Poniatowski’nin genelde konu alındığı olaylar ve portreler karşımıza çıktı. Marcello Bacciarelli’nin ‘Ludwika Zamoyska Portresi’ benim bu salondaki favori tablomdu.
 Salonun diğer sanatçıları ise; Josef Grassi, Franciszek Smuglewicz, Johann Baptist von Lampi The Elder, Per
Piotr Michałowski- Senko
Krafft the Elder,
Michał Stachowicz, Józef Pitschmann, Aleksander Orłowski



Michałowski Room; Piotr Michałowski - Romantizm yada Ayaklanmalar Çağı Salonu.  Bu salonda en çok Piotr Michałowski’nin Senko adlı tablosuna bakakaldım. Diğer sanatçılardan bazıları; Leon Henryk Kapliński, Józef Simmler, Jan Nepomucen Głowacki, Henryk Rodakowski, Artur Grottger, Saturnin Świerzyński
Siemiradzki Room;  Henryk  Siemiradzki -Akademik Sanat Salonu. Salonda ki sergi 19. yüzyıl sanatının etrafında dönüyor. Mitolojik ve İncil'den sahneler, önemli tarihi olaylar, bağımsızlık temaları, peyzaj ve natürmorta yer veriliyor. Salona girer girmez  Tadeusz Ajdukiewicz’in  The portrait of Helena Modrzejewska, 1880’ adlı resim Helena’nın uzun beyaz elbisesinde ki ustalıkla hemen dikkatleri çekiyor.  Ayrıca yine dünyaca ünlü Jan Matejko'nun biraz bizide ilgilendiren Ukraynalı Kahin 'Wernyhora' tablosu da girişte hemen sağda yer alıyor.  İşte bu adı geçen kahin demiş ki Polonya'ya bir zamanlar : ne zaman Türk askerleri oraya gelir, Vistula nehrinden atlarını içirirlerse Polonya özgürlüğüne kavuşur diye, sonra  öyle de olmuş, Galiçya cephesiyle Türk Askerleri gelip savaşmış. İr başka çok ilgimi çeken sanatçı ‘ Temptation of St. Anthony’ eseriyle Lucjan Wędrychowski, Aziz Anthony’nin siyah arka fon önünde yerde oturuşu gerçekten çok etkileyiciydi.  Salonun başlıca sanatçıları, Henryk Hektor Siemiradzki, Jan Matejko, Tadeusz Ajdukiewicz, Wojciech Gerson, Lucjan Wędrychowski, Jacek Malczewski, Władysław Łuszczkiewicz, Henryk Rodakowski. Rakowicki Mezarlığında yatan Antonina Rożniatowska’nın ‘Wajdelota’ adlı ud çalan büstü de bu salonda yer alıyor.
Ukrayna’da çiftçilik tablosu

Chełmoński Room; Józef Marian Chełmoński – Realizm, Polonya İzlenimciliği, Sembolizm başlangıcı Salonu.  Józef Marian Chełmoński’nin ‘bir elde dört at’ tablosu, Władysław Podkowiński’nin ‘Ecstasy’ tablosu, Jacek Malczewski’nin ‘Introduction’ tablosu burada oldukça popüler. Ben özellikle Introduction tablosunun yaydığı huzura bayıldım.  Leon Wyczółkowski’nin ‘Kroket’ ve Ukrayna’da çiftçilik tablolarında ki güneşin ışığına da hayran kaldım. Józef Brandt’ın ‘Fight for a Turkish standard’ tablosu da düşündürücüydü. Salonun diğer sanatçılarından bazıları ise; Julian Fałat, Wojciech Gerson, Józef Pankiewicz, Jacek Malczewski, Anna Bilinska-Bohdanowiczowa..
Bunların dışında bir de küçük bir oda da antik dekoratif  işlemeli seramik ve vazolar sergilenmekteydi.
 Müze bitiminde, balkondaki  Cafesinde oturup farklı aromalarıyla sıcak çikolata içmek ve meydan manzarasıyla güzel fotoğraf kareleri  almak bu gezimizi için keyifli bir başka noktaydı.                              




4-The Jan Matejko House

Ul.Florianska 41
Jan Matejko Polonya’nın en büyük ve önemli ressamlarından biri.  Çalışmalarında  tarihsel olaylara yer veren  ressamın bazı eserleri, eskizlerinin yanı sıra, resim malzemeleri, gözlüğü, önemsiz küçük eşyalarından, 13yy elbise ve aksesuarlara, Rönesans tarzı mobilyalara kadar geniş bir  antika koleksiyonu da sergilenmekte, doğduğu, zaman zaman yaşadığı  bu 4 katlı evde. Şehir merkezinde olan bu müze için en az bir saat ayırmak gerek. Binanın girişinde Matejko’nun büst rölyefi var.   
  Ölümcül mide rahatsızlığına yakalandığı sırada son günlerini ‘Yıldızların altındaki oda’ diye adlandırılan mavi zemin üstüne altın sarısı yıldızların işlendiği tavanı olan oda da geçirmiş. Koleksiyonları arasında çokça Türkiye’den alınmış objelerde vardı. Antik bazı işkence aletleri de tek örnek olarak burada bulunuyor.  Resimleri kadar çerçeveleri de muhteşemdi, özellikle giriş katta ki aynaların ahşam çerçevelerindeki gargoyle ile oldukça esrarengiz bir havası vardı.  Eserlerinin bir kısmı da ‘ The Gallery of 19th Century Polish Art in the Sukiennice’ de sergilenmekte. Jan Matejko Krakow’da ki Sanat Okulu’nun kurucusu ve yöneticisi aynı zamanda Ulusal müzenin oluşturulmasına öncülük edenlerden biriymiş. Bence Krakow’a gelip Jan Matejko’yu duymadan, öğrenmeden giden  hiç Krakow’u gördüm dememeli.


5-The Szolayski House

Pl. Szczepanski 9
En sevdiğim müzelerden biriydi. Neredeyse her eserin fotoğrafını çektim
diyebilirim. Forever young! (Sonuna kadar genç!) Sloganıyla girdik içeri ve gerçekten inanılmaz dinamik ve etkileyiciydi. Müzenin yeri tam da Szczepański sanat meydanının içerisinde. Rynek Glowny’nin paralelinde.
Müzenin dışardan görünüşü
Karşısında Pałac Sztuki  yer alıyor. 
Binanın en eski kısmı 15 yy’dan kalma, 17. Ve 19yy da restorasyonla bugünkü halini almış.  ‘Krakow’un Altın Çocuğu’ denilen Stanisław Wyspiański’nin soft pastelle yaptığı çalışmalara bayıldım. Kendisine has bir üslubu var, hem şair, oyun yazarı, ressam hem vatansever bir yazar olarak ‘Genç Polonya’ hareketinin sembolik sanat felsefesini  de yazan sanatçılardan birisi. Bir dönem oda bu binada yaşamış üstelik. Bu müzede ‘Genç Polonya’ hareketinin diğer sanatçılarınınd a  resim, heykel, vitray, poster gibi bir çok alandaki çalışmaları yer alıyor.  1996 yılında Nobel Edebiyat ödülü almış iki yıl önce vefat ederek  Rakowicki’ye defnedilmiş, Wisława Szymborska’nın da şiir ve bazı kişisel eşyaları müzenin girişinde sergileniyor. Engelliler için düzenlenmiş rampa ve asansörüyle her şeyi düşünülmüş  bu küçük odalardan oluşan müze kesinlikle dolu dolu ve görülmeye değer.


6-The Jozef Mehoffer House
Arka bahçesi
Ul. Krupnicza 26
Jan Matejko’nun öğrencisi olan  Jozef Mehoffer (1869 – 1946) ‘Genç Polonya’ hareketinin öncü sanatçılarından birisi. Savaş arası dönemde de oldukça aktif çalışan sanatçı çoğunlukla vitray, dekoratif çalışmalar,  grafik sanatı, sembolist resimler ve en sevdiği model olan eşinin portrelerini çalışmıştır. Wavel Katedrali ve bir çok katedralin iç dekorasyonunu yapmış, yaptığı vitray pencereler ona uluslararası bir ün ve ödüller kazandırmış.
Giriş kat
 Yaşadığı bu evin diğer bir adı Kozalaklı ev. Giriş katta merdiven başlıklarında ve kapı üstlerinde ahşap kozalaklı kakmalar yer alıyor ayrıca yemek odası, kütüphane ve misafir odası var. Birinci katında ise; Sanatçının, eşinin ve oğullarının odaları, sarı oturma odası, yemek odası ve Japon ağaç gravürlerinin olduğu Japon odası var. Tabi mobilyaları, avizeleri, saatleri, kitapları, bazı çalışma ve eskizleri evin her yerinde yer alıyor böylece tam bir biyografik müze özelliği taşıyor.  

Bina dışardan oldukça sıradan bir yapıda olmasına rağmen içerisi çok geniş ve şık. Ben eşi Jadwiga’nın küçük mütevazı odasını daha çok beğendim. Bahçeye bakan penceresinden bolca aydınlık içeri giriyor, huzurlu, hoş bir yeşil tonunu yatağının örtüsüne taşıyordu. Kendisi de sanatçı olan Jadwiga’ya ait bazı çalışmalar odanın duvarlarında sergileniyordu. Meho cafe hemen müze çıkışında karşınızda, ister içeri girip otantik bir ortamda kahvenizi içersiniz, isterseniz bahçeye oturup, güneşin ve yeşilin tadını çıkarırsınız.


7-The Emeryk  Hutten-Czapski Museum

Ul. Pilsudskiego 10-12
Krakow’un merkezine çok yakın bir yerde şık 19 yy Neo Rönesans tarzı bir saray. Ön girişinde gargoyle heykelleri binayı korumakta, ne de olsa içerde inanılmaz bir koleksiyon var. Arka bahçeye dönmeden, solda ki merdivenlerden inince binaya giriş yapılıyor. 
Arka bahçe
İçeride  Emeryk Hutten Czapski’ye ait, Polonya’nın eski el yazmaları, kitapları, demir ve kağıt paraları, haritalar, madalyalardan oluşan büyük bir koleksiyonu sergileniyor. Ölümünden (1896’da ) sonra vasiyeti üzerine 1894 yılında aldığı bu sarayda sergilenmek üzere  koleksiyonlarını ulusal müzeye bağışlamış. 
Müze içinden
Aristokrat bir geçmişe sahip, Yunanca, Latince, Almanca, Rusca, Fransızca ve Lehçe gibi bir çok dilde konuşabiliyormuş.  Emeryk Hutten Czapski’nin paralar hakkında yazdığı 5 ciltlik eseri bugün hala en büyük kaynak niteliğini taşıyormuş.  İki katlı binanın içi, dokunmatik ekranlar, sergi yerleşim düzeniyle, dışı kadar şık bir yapısı var. Binadan çıkınca arka bahçe mutlaka görülmeli, oradaki heykellerle tam bir ortaçağ havasında.

8-The Karol Szymanowski Museum in the Villa ‘Atma’ in Zakopane
Zakopane, ul. Kasprusie 19

9-Europeum-Centre for European Culture

Pl. Sikorskiego 6

Müze binası 17yy’dan bir tahıl ambarı çoktan unutulmuş Sikorski Meydanı’nda. Müzenin açılışı 2013 yılında yapılmış. İçeri girince üst katta bir sergi salonu bulunuyor.  Fazla büyük bir koleksiyonu yok müzenin ama ilginç etkileyici heykelleri var. 
Giusto Le Court

Giusto Le Court’un mermer çalışması, İtalyan fakat sanatçısı belli olmayan şapkalı kadın büstü, Josef Flossmann’ın Anne ve çocuklar heykeli oldukça çarpıcı. 

Arka bahçesinde de yine kazılardan çıkan sütun ve mezar taşları yer almakta.


10-The Princes Czartoryski Museum-The Arsenal
Ul.sw.Jana 19;ul. Pijarska 8
Old Town’da ortaçağ surları arasında yer alan müze önünde Mercury heykeliyle, buranın en eski müzesi. 1801’de kurulmuş, Prenses  Izabela’ya ait koleksiyonlar  önce onun kendi sarayında sergilenmiş. Fakat savaş yıllarında oğlu bazı eserleri ordan oraya taşımak zorunda kalmış, en son Krakow’da ki bu müzeye yerleştirilmiş. Fakat 2. Dünya Savaşı’ndan sonra müzenin 843 eseri Raphael’in Genç adam tablosu da dahil kayıplara karışmış.
Müze içi
 İçerisinde şu an sergiye açık tek bir salon var.  Salonda tarihi heykeller, büstler, mumyalar, mühürler, el yazmaları,  terrakota, toprak vazo ve küçük heykeller bulunuyor. Leonardo Da Vinci’nin ünlü resmi ‘Lady with an Ermine’ çalışması da buradan Wawel  Kalesi’ne nakledilmiş 2012’de. Asma ortaçağ köprüsüyle karşı binaya geçişi var müzenin. Bana Oxford’u hatırlatan bu köprünün dışardan görünüşü de çok hoş.  Fakat biz gittiğimizde maalesef köprü bölümü kapalıydı ve  kütüphanesine de geçemedik.
11-The Princes Czartoryski Library
Ul. Sw. Marka 17