Tuesday 10 March 2015

Robin Hood’un Şehri Nottingham




Nottingham’a ilk gelişim 5 yıl önceydi sanırım, sonra kaç kere gelip gittik sayamadım fakat Chris’in çocukluğunun geçtiği bu şehir hep bizim ikinci evimiz oldu. Tabi güler yüzlü kayınvalidemin bu duygunun oluşmasında katkısı da çok büyük. 

Nottingham,  İngiltere’nin  kuzeyinde yer alan, ortahalli şehirlerden birisi. Orjinalinde Nottingham ismi Snottingham’dan geliyor, aslında Saxon dilinde bu Snot’tun şehridir. Snot bu şehri kuran liderin adıdır fakat aynı zamanda sümük anlamına geldiği için, yerel halk bunu söylerken hafifçe nott’ a çevirmiş.  Snot 8yy’da, şimdi Lace Market dediğimiz bu tepeye şehri kurmuş. Orijinal şehir burası aslında. Ne zaman ki Normonlar gelip kontrolü ele alıyor, diğer tepeye de onlar şehrin ikinci kısmını kuruyor ve Nottingham kalesini de o tepeye dikiyorlar. Böylece iki tepeli bir şehir karşımıza çıkıyor. İki tepenin arasında kalan vadi de, alışveriş ve ticaret merkezine dönüşüyor. Yani şehir meydanı diye bahsedeceğim (old town square) yer.  



Şehrin önemli bir özelliği ise; bu iki tepenin altında bir çok mağara ve tünel bulunması. Çünkü Anglo Saxon’lardan önce bu bölgede Keltler yaşamış, mağaralar yaparak.  ‘Tigguo cobauc ‘ demişler onlar bu şehre, yani mağaralar bölgesi ‘Place of caves’ . İşte o zamandan kalma tünel ve mağaralardan bazıları hala ziyarete açıktır, bazıları ise pub olarak kullanılıyor.
Sadece iki üniversitesi olmasına rağmen Nottingham öğrenci ve genç nüfus yoğunluğu olan bir şehir. Rahat iş bulunur mu emin değilim ama kiralar, ulaşım, alışveriş gayet uygun bu civarda.  
Tabii ki en çok Robin Hood’la anılır Nottingham şehri ve siz belki pek duymamış olsanız da  ey up me duck’la :)
 (Eyup mi duck: yani  ‘merhaba naber canım?’  normal açılımı ‘Hello what’s up my dear’ fakat buranın aksanıyla bu cümle ‘eyup mi duck’a dönüşür.)


Nottingham’da yapılması ve görülmesi önerilen en iyi 15 şey

Şehir Meydanı (Old Market Square)
Nottingham Belediye Binası (Council House) & Brian Clough Heykeli



Şehrin merkezinde Belediye binasının önünde, çeşitli eğlencelerin, sergi, konser, christmas marketlerinin düzenlendiği geniş bir meydan burası. Etrafını saran dükkanlar, büfeler, restorantlarla daima kalabalıktır. Yazın fıskiyelerin etrafını dolduran gençler, çocuklar sanki bir deniz kenarındaymışçasına yayılıp güneşin tadını çıkarırlar.

Meydandaki 2014 Christmas marketi
Nottingham Council House yani Belediye binası yapımı Neo-Barok mimari tarzında 1929 yılında tamamlanmış. 61m yüksekliğinde, Jurassic Coast’tan getirtilen özel Portland taşlarından yapılmış. (Oxford’taki  Ashmolean Müzesi, Londra’da ki Buckingham Palas, St Paul’s Katedral, Somerset House ve Newyork’ta ki United Nations  binası gb.)  Bu meydana gerçekten çok yakışan bir yapı .





 Meydanın paralelinde ki sokak üzerinde Brian Clough’un bir heykeli bulunmakta. Nottingham’ın gurur duyduğu futbolcu ve menajer.  1970-80’lerde Nottingham Forest futbol takımını yükseltip, başarıdan başarıya koşturmuş. Nottingham halkının büyük sevgisini kazanmış.







Nottingham Kalesi (Castle)
 Robin Hood Heykeli & Sanat Galerisi & Mortimer’in Tüneli  ( Mortimer’s Hole)


Nottingham kalesi 1067 yılında yapılmış, 1679’de de yeniden modellenmiş.  Daha önce de bahsettiğim gb ilk Norman’larca yapılmış. Kale, şehir meydanından onbeş dakika yürüme mesafesinde. Çarşamba-Pazar günleri arasında ziyarete açık, girişi 5.50 paund.


kale girişi
Kale içerisinde sanat galerisi, en meşhur mağara ve tünellerden birisi  Mortimer’s Hole da ziyarete açık. Mortimer’in Tüneli, kumtaşından yapılmış, yumuşak bir dokuya sahip. Bu tünelin yapılma sebebine gelince;  Kalede yaşayan Kraliçe Isobel’in gizli bir sevgilisi varmış; Roger Mortimer. Fakat bu durumun farkında olan ve bundan hoşlanmayanlar, dışardan kaleye doğru bu tüneli yaparlar ve bir gece Mortimer’i kaleden böylece kaçırarak öldürürler. Onun hayaletinin hala bu tünelde olduğu söyleniyor.

Ekstra bir ücret ödeyerek tüneli gezmek mümkün.

Kalenin çıkışında şehrin sembolü haline gelmiş Robin Hood heykeli var. Alıştığımız büyük görkemli heykellerin aksine, yine halktan biri gibi, normal ebatlarda bir heykel. Ayrıca bu civarda ki kafe veya publarda oturmak da çok keyifli hele hava da güneşliyse…  

Jerusalem Pub & Brewhouse Yard Müzesi
İşte kalenin altında puba çevrilmiş bir mağara ‘The old trip to Jerusalem’. En eski pub olarak biliniyor tüm İngiltere’de. Muhteşem bir deneyim burası, ortaçağdan kalma bu mağara, yine otantik dekorasyonu, loş ışıkları, ahşap masalarıyla keyifle içilebilecek yerlerden birisi. Jerusalem, Kudüs demek. Haçlı seferlerinde Kudüs’e savaşmaya gidenlerin 12 yy’da  uğrak yerlerinden birisiymiş. İsmi de oradan geliyor. İçerisinde akıllardan kolay çıkmayacak olan bir ahşap sandalye bulunmakta. Bu sandalyenin farkı şu; üzerine oturan kadınların hamile kalacağına inanılıyor. Kırmızı ışıklandırmayla bir kenarda öyle ürkütücü duruyor. Bir de gemi var, hayaletli gemi gibi, toz pasak içinde kalmış, ona da dokunanların çok kısa zamanda öleceğine inanılıyor. Böyle bir pub işte burası, doğum ve ölümü içine alan bir mağara, geçmiş ve bugün arasında bir yerde.  

Jerusalem Pub


 
Brewhouse Yard Müzesi girişi Jerusalem Pub’ın hemen yanında 300 yıllık beş adet evden oluşuyor. Yine kale altında kalan bir mağaraya sahip.


Brewhouse Yard Müzesinden

Yakın zamana kadar insanlar ev olarak yaşamış bu mağarasında, yanlış hatırlamıyorsam 1920’lere kadar.. Aynı zamanda savaş dönemlerinde sığınak olarak da kullanılmış.


Müzeyi ve mağarayı 2,5£ karşılığında Mart-Ekim ayları arasında görmek mümkün. Mutlaka gidilmesi gereken yerlerden birisi diye düşünüyorum.





Broadmarsh Centre, City of Caves


 Şehir merkezinin altındaki gizli dünyaya bir yolculuk yapmak isterseniz, Broadmarsh Alışveriş Merkezi’nin içerisinde ki City of Caves tam aradığınız yer diyebilirim. Muhtemelen daha eski yıllara da uzandığı düşünülen 13yy’dan kalma bu insan yapımı mağaralar, 1700’lü yıllara kadar ev olarak kullanılmış. Yapımında yine şehrin tüm mağaralarının ortak özelliği olan kumtaşı kullanılmış.


Çoğunlukta yoksulların yaşadığı bu mağaralarda, çanak çömlek yapımı, yün üretimi gibi faaliyetler de yapılmış. Mağara içinde ki kuyular sanayinin gelişmesiyle kapatılmış. Giriş ücreti 7.50£

Alışveriş & White Rabbit Kafe

Şehir meydanı; ara sokakları, çevresi, alışveriş merkezleri, yol üstünde ki büyüklü küçüklü dükkanlarıyla alışveriş sevenleri çok mutlu edecek bir çevre.



Bridlesmith Gate bu civarda benim 1.favori sokağım.  Sevdiğim markaların çoğu orada ne de olsa. Mutlaka gitmişken, White Stuff mağazasının içerisine bir girin ve özellikle soyunma odaları bölümünün dizaynına bir göz atın derim. Olur ya elbiselere bakarken yorulur yada susarsanız, ortaya konulmuş şirin masalara oturabilir, sizin için yapılmış ev yapımı kurabiye ve limonatanızı ücret vermeden içebilirsiniz. Sıra dışı yaklaşımlarıyla benim favorilerim arasında yer alan bir mağazacılık anlayışlarına sahipler.

Hounds Gate sokağı


 Yine bu sokakta White Rabbit Teahouse var, İngiliz tarzında geleneksel bir ‘afternoon tea’ çay içiyim derseniz tam aradığınız yer. 


Vintage stilinde dekore edilmiş cafe, özenle seçilmiş antik porselenleri, çaydanlıkları, kaşıklarıyla, temiz, leziz sunumları olan, buradaki en iyi cafelerden birisi. Bir şubesi daha var, Meydanın karşısında Hounds Gate sokağında.  Ne zaman gitsem bu iki şubede dolu oluyor fakat beklemeye de değiyor doğrusu.





Lace Market
 (Adalet Galerisi, St. Mary’s Kilisesi & Nottingham Çağdaş Sanat Merkezi& Pitcher&Piano Pub)
Lace Market bölgesi buranın eski ve ilk yerleşim yerlerinden birisi. Bu bölgede görebileceğiniz en önemli yerlerden kısaca bahsetmek istiyorum. İlk olarak St.Mary’s Kilisesi; bu şehirde ki ortaçağdan kalma en büyük yapı olarak karşımıza çıkar. 1380 civarında yapılmış daha sonra ki yıllarda da yine eklemeler yapılmış. Bir dönem okul, bir dönem itfaiye arabalarının korunduğu istasyon görevleri de görmüş. (1716-70) Bozulmadan kalan içerde ki dua kapısı en önemli parçalarından birisi.  
Galleries  of Justice ; eski bir mahkeme ve cezaevi. Seksen yıl polis merkezi olarak ta kullanılmış 1900’lerin başında. 14yy’a kadar uzanan bir geçmişe sahip. İçerisinde idam cezalarının da verildiği korkunç anıları barındırıyor. Şimdilerde ise buraya hayalet turları düzenleniyor. Ben gitmek istemedim doğrusu buraya, hayaletten ziyade depresif bir yer olduğu için ama cesaretimi toparlarsam görmek istiyorum. Bu arada 13.95£ vererek burayla beraber City of Caves’i de gezebilirsiniz.

Nottingham Contemporary; Lace Market bölgesinde bulunan bu sanat merkezinin 14 Kasım 2009 yılında David Hockney’in büyük bir sergisiyle ilk açılışı yapılmış.

Dört galerisi, shop ve cafesi, çalışma merkezi, konferans salonu ile çağdaş sanat alanı olarak UK’de ki en büyük galerilerden birisi. Gittiğim her yerde ilk bakındığım her zaman,  sanat galeri ve müzeleri olur ve burası da benim gibileri çok memnun edecek yerlerden birisi.



Pitcher&Piano Pub; Beş yıl önceydi sanırım, ilk gördüğümde çok şaşırdığım bir yerdi burası. Yeraltında ki barlar anlaşılabilirdi, fakat dini bir mekanı puba çevirmek bana wow dedirtmişti. Chris’e göre tam İngilizlere has bir özellikti bu, ne de olsa dini bağımlılıkları pek yoktu.


High Pavement Chapel olarak 17yy ile tarihleniyor bu yapı. 1982’de kilise olmaktan çıkıp müzeye dönüştürülmüş, 2000’lerin başında da puba. Gelgelelim ki puba çevirmekle de ne iyi yapmışlar, çok orijinal biryer çıkmış ortaya.


Ortaçağdan kalma bu taşların, kolonların arasında dans etmek ve İngiliz geleneklerinden meyve aromalı, alkollü bir içecek olan Cider içmek gerçekten çok keyifliydi. Bu tadı severseniz bir de Pimm’s  öneririm, onu da seversiniz bence. Gitmeden önce yer ayırtmayı unutmayın bu arada.

Hockley
 (The Pit & Pendulum Pub, Broadway Cinema) 

The Pit & Pendulum Pub; Hockley civarında yine çok sıradışı dekorasyonu, lezzetli yemekleri ve içecekleri, uygun fiyatıyla tavsiye edeceğim publardan bir diğeri.
The Pit & Pendulum Pub
İsmi ve dekorasyonu aslında 1842’de basılmış Edgar Allan Poe’nin kısa korku kitabından geliyor.


Broadway Sinema

Gayet samimi, rahat bir ortama sahip, müzikleri keyifli, küçük bir ipucu size ola ki tuvalete gitmeniz gerekirse, kitaplığın içine girmeniz gerekiyor :) bu arada o kitaplar gerçek değil!

Hockley bölgesinde bulunan Broadway Sinemayı, orijinal yapan şey sanatsal filmler gösteriyor olması. Bir nevi Picturehouse gibi hizmet veriyor. Ayrıca her yıl suç-korku filmleri festivali gibi aktivitelere imza atıyor. Çayınız kahvenizle ikili koltuklara oturup 8£’a güzel bir film izleyebilirsiniz.


Nottigham Erkek Lisesi (Highschool)& Nottingham Arboretum Park

Nottingham Arboretum Park foto by Nottmlad


Waverley civarında olan bu bağımsız okulun 1513 yılından kalan gotik mimarisi, güney kapısında bir savaş anıtı şehir merkezinden bir tramvayla gidilebilecek uzaklıkta.

Highschool foto by Alan Metheringham
Yapıldığı tarihten bu yana bağımsızlığını koruyan liselerden birisi. Aynı bölgede bulunan Arboretum park ise buranın en eski parkı özelliğini taşıyor. Park 1852 yılında açılmış. Gittikçe büyüyen şehir merkezini çevreleyen bu yeşil alan, dinlenmek, bisiklet sürmek, piknik yapmak için ideal.


Nottingham Tiyatro Salonu (Play House) & Gökyüzü Aynası (Sky mirror)

Tiyatro salonu önünde ki gökyüzü aynası foto by David Martin
Wellington Circus’da yer alan tiyatro, 1963 yılında açılmış. Tiyatro önünde, sanatçı Anish Kapoor tarafından 2001 yılında yapılmış, yuvarlak, 10 ton ağırlığında bir çelik ayna enstalasyon çalışması buraya müthiş ayrıcalıklı bir özellik katmış durumda. Ayrıca şehrin çağdaş sanat alanında güçlü bir sembolü olarak da görülüyor. Çok ziyaretçisi olan bir yer. 






Nottingham Kraliyet Konser Salonu (Royal Concert Hall)
Şehir merkezine onbeş dakika yürüme mesafesi uzaklığında. Modern mimari tarzında Renton Howard Wood Levin Architects  tarafından 1982 yılında yapılmış. Üç katlı 2.500 kişi kapasiteli, yüksek kaliteli yerlerden birisi. Konser Salonunun ilk performansında, Elton John sahne almış.

Nottingham Üniversitesi & Lakeside Sanat Merkezi (Art Centre)


Highfields Park içerisinde bulunan, sürekli sanatsal aktiviteleri, şenlikleri, gösterileri ile oldukça ziyaretçisi olan bir üniversite. 1881 yılında Londra Üniversitesinin bir koleji olarak şehir merkezinde kurulmuş daha sonra 1920’lerde Highfields Parkına taşınmış. Albert Einstein, Mahatma Gandhi ve H G Wells ziyaretçi olarak gelip, dersler vermişler burada. 1948’den buyana da bağımsız bir araştırma üniversitesi olarak varlığını sürdürüyor.

Ocak ayında ki sergilerinden



Lakeside Sanat galerisi de buraya bağlı, hemen üniversitenin karşısında yeralıyor. Galeri küçük olmasına rağmen herzaman çağdaş sanatta ilginç örnekler sunmaya devam ediyor.




Wollaton Salonu ( Wollaton Hall)



1580-88 yılları arasında sanayici Francis Willoughby tarafından Elizabeth mimarisi tarzında, Wollaton parkı içine yaptırılmış. Endüstri müzesinin yanı sıra bu büyük köşkün içerisinde Afrika galerisi, mineraller, kuş galerisi, böcek galerisi gibi ilginç sergiler de bulunmakta.

 




 Etrafı geyiklerle, sincaplarla dolu bu huzurlu devasa park ve köşk özellikle çocuklu ailelerin vazgeçilmez uğrak yerlerinden birisi. 

foto by unknown

 
2012 yılında Batman filmi de burada çekilmiş. Köşke ve parka giriş normalde ücretsizdir ama dilerseniz Wollaton salonu, bahçesi, park ve müzesinin turlarına küçük bir ücret karşılığında katılabilirsiniz.





Newstead Manastır Parkı (Newstead  Abbey Park)
Şair Lord George Gordon Byron’un da bir dönem yaşamış olduğu tarihi bu ev, etrafında küçük shopları, cafesi, çeşit çeşit bahçeleri ve parkıyla Nisan ayından Eylül’e kadar açık olan yerler arasında. 


 1170 yılında Kral 2. Henri tarafından yaptırılmış, öldürülmesine sebep olduğu Başpiskopos Thomas Becket için özrünü dile getirmek maksadıyla. 

bahçelerinden birisi







13 ve 15.yy’larda manastır yeniden dizayn edilmiş. 1540 yılında  Katolik kiliseyle evliliği dolayısıyla ters düşen Kral 8.Henry, kiliseye kızarak onların elinde ki tüm kiliseleri alıp arkadaşlarına dağıtıyor. Burası da onlardan birisi. 

bahçelerinden birisi


Byron ailesine verilen bu kilise özel mülk olarak eve dönüştürülmüş. 1861 yılında ekonomik durumları sebebiyle bu ev satılmış.  Şu anda Belediye Şehir Müzesine ait olsa da içerisinde Byron ailesi hatırasına yer veren bir müzesi var. 







Sherwood Ormanı (Sherwood Forest) & Edwinstowe
Efsaneye göre Robin Hood’un yaşadığı orman. Bir zamanlar bir çok haydut bu ormanda saklanmış. Yoldan geçen arabaları trenleri durdurup zenginleri soymuşlar. Kellesine ödül konan Robin Hood’ta  onların lideriymiş. Onu farklı kılan, lider yapan özellikleri ise; ok kullanmaktaki ustalığı, zekası, abisi savaşa gidince yerine geçici konulan cimri ve zalim Kral John’a karşı olması, zenginden çalıp fakirlere dağıtması, yoksul dostu olarak bilinmesi.

Sherwood Ormanından


Edwinstowe


En yakın dostu ve yardımcısı Küçük John’muş. Tabii bir de aşkı var Robin Hood’un; Marian ki Kral John’a çalışan hain Şerif’in evlatlığı. Tabi hikaye Marian’ın bu ormana, Robin Hood’a kaçması daha sonra savaştan dönen ağabey Kral Richard’ın ülkeye dönmesi ve Robin Hood’u affetmesi ile mutlu sona bağlanıyor.

En yakındaki Edwinstowe köyünde ki 1175 yılından kalma  St. Mary’s Kilisesinde evlendikleri de inanılanlar arasında, hatta bir de heykelleri var bu köyde.

Major Oak
 Sherwood ormanın içerisinde bin yıllık bir meşe ağacı var ( Major Oak) 23 ton ağırlığında 10 m. yüksekliğinde bir ağaç, mutlaka görülmesi gerekenlerden. Hala ayakta ve burada ki tüm doğal hayat gibi o da korunmakta.  Kafesi, restaurantı, küçük müzesi, çocuklar için çok eğlenceli aktiviteleri ve her yıl Ağustos ayı başlarında yaptıkları Robin Hood festivalleriyle ailelerin, turistlerin vaz geçilmez yerleri arasında.

Giriş ücretsiz, park ücreti ise 5£. Şehir merkezinden 33 numaralı Sherwood Arrow yazan otobüslere binerseniz,  ormanın önünden geçiyor.


Rufford Manastırı (Rufford Abbey)

Sherwood ormanına çok yakın Rufford Abbey’de bu civara gelmişken mutlaka görülmesi gereken yerler arasında.

grotesklerinden birisi








Muhteşem grotesk ve gargoyleları olan tarihi duvarları, 12 yy manastırı, bahçesi,  gölü, galeri, müze ve kafeleriyle harika fotoğraflar çekilebilecek, benim de orada bulunmaktan çok keyif aldığım yerler arasındaydı.




Tuesday 3 March 2015

Titanic Şehri Southampton




Southampton’a geldiniz yada diyelim ki şöyle bir yolunuz düştü. Ne yapacaksınız? Şehir merkezine geldiğinizde bir gün içinde bu civarda ki tüm tarihi yerleri, müze ve galerileri görebilirsiniz. Londra’ya birbuçuk saat uzaklıkta, güney sahillerinde,  güneşli bir liman kenti burası. Titanic gemisinin ilk hareket ettiği, mürettebatının çoğunun yaşadığı şehir. Burada elbette bir SeaCity Müzesi var ki   içerisinde Titanic’ten kalan parçaları görmek mümkün. Genelde müze ve galeriler ücretsizdir İngiltere’de,  ama SeaCity için size küçük bir uyarı: 9.5£ giriş ücreti var. Uçaklarla ilgilenenler  de Solent Sky Museum’dan keyif alacaklardır.

Bargate

Eski şehre ait sur duvarlarını ve kale kapısını hala görmek mümkün. Above Bar sokağında ki bu tarihi kapının adı ‘Bargate’ 1180 yılında yapılmış. Bir nevi polis istasyonu gibi çalışmış. Mimari hala aynı ihtişamıyla duruyor. Önünde uzanan cadde High Street. Cafeler, marketler, pazar yeri,  alışveriş merkezleri (WestQuay, The Marlands) çeşitli eğlenceler,  bu yol üzerinden ara sokaklarına tasar. 
Holyrood Church'ün içinden.
Yol üzerinde bulunan eski yıkık bir kilise ‘Holyrood Church’  önünde Kraliçe Elizabeth 2 den ismini alan bir gemiye ait anka heykeliyle ‘QE2 Anchor’ dikkat çeken yerler arasında. Holyrood Kilisesi 1320 yılında yapılmış. 1940 İkinci Dünya savaşında bombalanmasının ardından 1957 yılında ölen denizcileri için bir anıta dönüştürülmüş.   


Tudor House




Bu caddenin bir paralelinde eski şehrin bozulmadan kalan birkaç yapısını, surlarını gezebilirsiniz. Bu yapılardan bazıları müze durumunda, Tudor House and Garden yada Medieval Merchant’s House gb. 12yy’dan kalma bir ev Medieval Merchant’s,  Nisan- Ekim ayları arasında ziyarete açık. 



Medieval Merchant’s House


Tudor House’un karşısında buranın en eski yapısı St. Michael’s Kilisesi var. 1070 yıllarından kalma bir kilise. Bu meydanın adı da bu kiliseden geliyor. Tudor house 800 yıllık tarihiyle mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. İçerisinde King John’s Palace adıyla anılan bu evden de eski bir bölüm daha var, görebileceğiniz. Bu evlerin girişleri ücretlidir.  

Blue Anchor Lane geçiti









Tudor house’un yanında  küçük bir ara sokak var kale surlarının dışına sizi çıkaracak olan. O daracık sokağın adı Blue Anchor Lane, ortaçağdan kalma gizli bir geçit burası şehrin içine.  

Bu civarda iyi birasını tavsiye edebileceğim  çok şık ve eski bir pub var. 1220 yılından beri aynı yerinde duran, 1815’te adını değiştirerek, o zamanın ulusal kahramanın adını alan bir pub. Duke of Wellington.

 Yine bu civarda Ünlü İngiliz Kadın yazar Jane Austen’in iki yıl (1807-09) yaşadığı binaya rastlayacaksınız.
 St. Michael Meydanının devamı olan sokak benim burada beğendim sokaklardan birisidir. Sakin temiz, düzenli, harika bir mimari, hele bu yolun sonu limana bağlanıyorsa…  

 Liman demişken Oceon Village yine ilginç dokusuyla burada görülmesi gereken yerler arasında. Bir zamanların sosyetesinin takıldığı bu marina bölgesi, eski cazibesini yitirdiği söylense de bence hala harika. İçerisinde benim favori sinemam Picturehouse’un da olduğu iki  sineması, pub, restorantlar ve hotelleriyle hala zevkli zaman geçirilebilecek yerler arasında.  Peki sosyete şimdi nereye takılıyor bu civarda derseniz, çoğunlukta Oxford Sokağında diyebilirim. Oxford sokağı Oceon Village’e çok yakın, şık restaurant ve pubların dizildiği geniş, ışıklı bir sokak. Biraz daha uygun fiyatlı restorantlar ararsanız Bedford Place caddesini önerebilirim. 

Bu şehre yolunuz düştü diyelim ki, geldiniz. Sanatla ilgileniyorsunuz. Nereler ilginizi çekebilir? Tarihi yerleri, parkları, bahçeleri  oturup keyifle çizim yapabileceğiniz yerler arasında.  Şehir meydanında Solent Üniversitesi’nin içerisinde genelde öğrencilerin olsa da çok ilginç işlerin çıktığı sergilendiği bir sanat galerisi var.
Solent Üniversitesi


Yine bu üniversitenin arkasında Guildhall tiyatro ve konser salonu, devasa şehir kütüphanesi ve yanında şehir sanat galeri ve müzesi bulunmakta. 

Guildhall













Keyifli bir bölge burası. Galeri çıkışında sağda ‘The Art House’ cafe var. Yorgunluk atıp samimi bir ortamda oturmak isterseniz.
Müzikle ilgileniyorsanız The Soco Music Project’e bir göz atın ( www.socomusicproject.org.uk ) bence. Şehir merkezinde rahatça bulunabilecek bir mekan. Burada herkes gidip istediği enstrümanı çalıp şarkı söyleyebiliyor yada film çekilebiliyor. Amatör gruplardan profesyonele geniş bir kitlesi var. 

Yine buradan Unilink otobüslerine binerseniz doğruca Southampton Üniversite kampüsünün içine girersiniz. Dünyada ki en iyi 94. Üniversite sıralamasında, mühendislikte çok ileri bir üniversite. İçerisinde John Hansard Sanat Galerisi’nin sergi tarihlerini kontrol ederek, ücretsiz gezebilirsiniz. Tiyatrosu da oldukça aktif. Fakat tiyatro demişken asıl High Street üzerinde ki Mayflower Theatre’ı mutlaka görmelisiniz. 1928 yılında yapılmış, o zamandan buyana büyük oyun ve konserlere imza atmış,(The Beatles, The Rolling Stones, Led Zeppelin, Queen gb.) 2300’den fazla seyirci koltuğuyla ülkenin en büyük tiyatrolarından birisi. Old Town’da tarihi evleri, sokakları gezmek de eminim çok keyif verecektir. Bu civarda ki Hamtun sokağında beton, cam, seramik kullanılarak hazırlanmış mozaik bir de panel var. Hamtun Street Mural- 1978 yılında Henry ve Joyce Collins tarafından yapılmış. 

Hamtun Street Mural
Öğrenci olarak gelenler yada buraya yeni taşınmış olanlar için diyorum, çünkü biliyorum gurbetlik biraz da böyle bişi, ülkendeyken aklına gelmeyen yiyecekleri bile düşünmeye, istemeye başlıyorsun. Haftalarca çörekotu, ıhlamur yada kimyon aradığım zamanlar oldu. Sebep?! Yok efendim kıymalı börek yapacağım, yok mercimek köftesi.. tuhaf bir psikoloji gerçekten bu.  Herneyse işte böyle krizlerinize denk gelirse burada international marketler var. Birisi;Porswood caddesinde ki bu cadde Üniversite yolu üzerinde olduğundan öğrenci yoğunluğu olan bir cadde. İkincisi; şehir merkezine çok yakın St. Mary sokağında bir diğeri de; Derby road’ta, hani geçenlerde büyük protestoların olduğu sokak.
Yeri gelmişken bu olaydan da kısaca bahsetmek istiyorum. Halk protesto etmekte çok haklıydı tabi. Love Prodectİon,  ırkçı yaklaşımlarıyla son günlerde gündeme gelen bir film şirketi. Birmingham’ın James Turner sokağının adını Benefits sokağı (devletten para yardımı alanları kastediyor) olarak değiştirerek sözüm ona yaptıkları belgesel dizilerinden sonra, o bölge de yaşayan insanları çok üzmüştü. Aynı şeyi burada da yapmak istediler. Derby sokağının adını ‘immigration sokağı’ (göçebeleri kastediyor) olarak değiştirip altı bölümlük bir belgesel planladılar kimsenin rızasını almadan, tabi buranın yerel halkının tepkisiyle karşılaşınca sadece bir bölümlük bir dizi yaptılar ve o da seyrettiğim en kötü belgeseldi diyebilirim. İnsanların huzur ve barış içinde yaşadığı yerlere gidip sözümona onlardan yana tavır sergileyip, insanların samimiyetini kullanarak başka hesaplara girişmek, onları küçük düşürmek, rencide etmek, belgesel film yapmayı bırak hangi anlayışa sığar ki..