Monday 27 October 2014

Londra’nın, Dünya Sanatında En Etkili 12 Galerisi




Londra bir dünya şehri, her ülkeden gelen insanlar için ortak bir yaşam alanı. Bir çok kültürün, bir çok farklı deneyim ve bakış açısının kesiştiği zengin bir kültür şehri. Ben Londra’yı içerisinde her ülkenin televizyon kanallarının aynı anda canlı yayın yaptığı büyük bir salon olarak düşünüyorum. Aynı anda her yerde ne oluyor, ne giyiliyor, ne yeniliyor, hangi sanat öne çıkıyor, ne ilgi çekiyor görüyorsun, aynı anda 1940'ların yada gelecek yüzyılın modasına yada sanatına sokakta rastlayabiliyorsun.

street art
street art
Paul Cummins'in seramik gelincikleri








                  
Brick Lane grafitilerinden

Brick Lane grafitilerinden













                                                          

Mimarisiyle büyülenmiş gezerken bir anda bir köşe başında Banksy’nin grafitileriyle karşılaşabiliyorsun. Sokak ortasında piyano çalan bir sanatçıyı çimlere yatarak dinleyebiliyorsun.Yani sadece sokakta yürümek bile Londra sanatını anlamak için yetiyor aslında. Samuel Johnson’ın da dediği gibi: 'Londra’dan bıkan bir insan hayattan bıkmış demektir' diye düşünüyorum. Londra birkaç sefer ziyaretle keşfedilecek bir yer değil gerçekten,  her gittiğimde yeni birşeyler keşfediyorum, her seferinde ilkgün gibi büyüleniyorum. Burada öne çıkan önemli felsefelerden birisi ‘Ne yaparsan yap bir tarzın olmalı’ felsefesi , işte ben de tarzları olan ve dünya sanatına yön veren, herkesin gözlerini diktiği önemli sanat galerilerinden ve sergilerinden bahsetmek istiyorum.

                                                                                                                                     

Tate Modern
Giriş ücretsiz


Bankside Elektrik Santrali 1981’de kapandıktan sonra burada yapılacak müze bina projesi için yarışma başlatılmış ve 1995’te yarışmayı kazanan Herzog & de Meuron tarafından santral yıkılmadan basit birkaç değişiklikle yeniden tasarlanmış. 

Thomas Hirschhorn 'candelabra with heads'
Tate Modern, Tate Liverpool ‘un ve Tate Britain’ın kardeşidir. 1900 yılları sonrasına ait resim, heykel, fotoğraf, video  art, performans ve enstalasyonlardan oluşan, uluslararası çağdaş sanat eserleri sergileniyor.
Tate eski sergilerinden

Tate Britain Karla Black sergisi















Picasso, Dali, Matisse, Warhol, Pollock burada eserleri olan sanatçılardan bazıları. Tabi ki en yeni, hala hayatta olan sanatçı sergilerine de ev sahipliği yapıyor. Dünyada en çok ziyaret edilen galerilerden birisi. 

Andy Warhol

cafesinden









Yedinci, yani en üst katında ise muhteşem manzaraya sahip bir de cafesi var. Fiyatları da gayet uygun.


Saatchi Gallery
Giriş ücretsiz, King’s Road üzerinde

Londra’ya her ziyaretimizde mutlaka uğradığımız yerlerden birisi bu galeri. Her zaman çok dinamik, sıradışı sergilere ev sahipliği yapan bir yer. Beş yıl önceydi sanırım bir sergisi vardı, ana sergi alanının içinden küçük bir kapıdan giriliyordu sergi alanına, labirent şeklinde düzenlenmiş bir çok küçük oda vardı, her biri farklı bir hayata ait sahneleri içeriyordu. Kapıdan girdikten sonra çıkışa kadar epey aynı yerlerden geçtiğimizi ve hayal meyal çıkışın onca kapı varken küçük bir aralıktan olduğunu iç güdüyle bulduğumuzu hatırlıyorum.


 Beni çok etkilemişti o sergi. O sıralar dış kapısında balonuyla uçup tavanda asılı kalmış bir çocuk heykeli vardı şimdilerde giriş kapısına kadar yürürken size Xavier Mascaró’nun meditasyon oturuşunda beş paslı demir adamların heykelleri  eşlik ediyor .  


İçerde bir yağ odası var galerinin, sabit sergilerinden, ünlü heykeltraş Richard Wilson’un eseri.  İnsan algısını ilk bakışta altüst eden oldukça  etkileyici bir enstalasyon çalışması. Beş yıl önce koku falan duymamış algılamak için uzun bir süre bakakalmıştım, şu sıralar koku ve yağın üzerine düşen küçük şeyler ilk bakanlar için algılamayı hızlandırıyor. 


Yeni sergiler arasında karıncalı oda yine bu sıralar en çok konuşulanlardan birisi. Rafael Gómezbarros’un dev karıncalarının duvarda gezdiği bu enstalasyon çalışması gerçekten etkileyici. 

 Bu galeri 1985 yılında Charles Saatchi tarafından açılmış. O zamandan bu yana modern sanat anlamında önde gelen galerilerden birisi. Çıkışta karşısında bir de market/ kafe var. Kraliçe’ye hizmet veren marketlerden birisi Partridges marketi.

Partridges

cafenin içerisinden cadılar bayramı dekoru










 İçerde yada bahçesinde oturup öğle çayınızı yada hafif yemeğinizi yiyebileceğiniz bir mekan. Fiyatları da şaşırtıcı biçimde gayet uygun. Markette satılan her şey inanılmaz albeniye sahip.

Bizim lokumları da orda görmek çok hoş tabi. Her yıl buraya da mutlaka uğrayıp, bir yemeğini yemeden gitmiyoruz, gerçekten seviyoruz bu bölgeyi.

Serpentine Gallery
Birbirine 5 dak. yürüme mesafesinde iki galeri. Girişleri ücretsiz.


2012 yılıydı bu galeriyle tanışmam. Kensington parkının içerisinde saklı küçük bir galeri, fakat sergilediği işleri ve sanatçıları büyük. John Lennon’un sevgilisi Yoko Ono’nun sergisini görmek üzere gitmiştim. Şimdilerde Trisha Donnelly’in enstalasyon  sergisi yer almakta. Geçen yıl birbirine beş dakika yürüme mesafesinde ikinci galeri olan Serpentine Sackler Gallery ‘de açıldı. Cerith Wyn Evans’ın sergisi var orda da şu sıralar. Çağdaş Sanatın en güzel örneklerinin sergilendiği bu iki galeri kendinden emin duruşuyla oldukça klas ve daima merak uyandırıcı.

Hayward Gallery
Ücretli Giriş




Southbank Center’da yer alan bu galeri de yine modern sanatın ilginç örneklerini sergiliyor. 1968 yılında Kraliçe tarafından açılmış. Bina 60’ların brutalist mimarisinin güzel bir örneği. İsmi Londra ilçe konseyi eski lideri Isaac Hayward anısına verilmiş.

 Hala sergilenmekte olan Mirrorcity sergisine gittim en son. Giriş ücreti 10 paund. Dört katlı ve her katında ayrı bir konu sergileniyor. Sanatçıları şunlar: Mohammed Qasim Ashfaq, Michael Dean, Tim Etchells, Anne Hardy, Susan Hiller, Lloyd Corporation, LuckyPDF, Helen Marten, Ursula Mayer, Emma McNally, Karen Mirza and Brad Butler, Katrina Palmer, Pil and Galia Kollectiv, Laure Prouvost, Aura Satz, Hannah Sawtell, Lindsay Seers, Tai Shani, Daniel Sinsel, John Stezaker, Volumes Project and Lynette Yiadom-Boakye.
Hayward galerinin çıkışındaki teras

Girişte devasa bir kütle, içine girdiğinizde üstüste içe ve dışa dönük iki küreye aynı anda yansıtılan birbirini tamamlayan video sanatı yer alıyor. İçerde ki oturma yerleri tamamen doluydu. Bir üst katında cam sanatı yine video sanatıyla birlikte sunuluyordu, diğer katlarda da yine ilginç enstalasyonlar, heykeller, tablolar yer almaktaydı. Bilim kurgu tarzında içinde yaşadığımız çağda yüksek teknolojilerin hayatımıza etkisi ana temalar arasındaydı.  Çıkışında ücretsiz görülebilecek bir sergi de ‘Burning News’ Rusya sanatının sokak sakinleri evsizleri konu alan video eserleri.   

Barbican Art Gallery
Giriş Ücretsiz




Kesinlikle görülmesi gereken yerlerden birisi Barbican. Sadece sanat galerisi olarak değil, ilginç bir yaşam alanı olduğu içinde. Barbicanlar bildiğiniz gibi aslında savaşlarda bir savunma kalesi görevi gören yerler.

 Burası ise Avrupa’nın en büyük Barbicanlarından. 20yy’ın mimari başarılarından birisi, dünyanın modern harikası olarak görülüyor. Brutalist mimariden oluşan büyük bir siteye girmiş, beton –duvar- soğuk binaların arasında dolaşmış belki de birilerinin avlusundan geçmiştik.  Sevdim mi sevmedim mi  bilemediğim ama kesinlikle görülmeye değer ilginç bir deneyim diyebilirim.

İçinde tiyatro, müzik, çocuk parkı, iş yerleri, evleri, botanik bahçesi ile dışardan soyutlanmış bir binalar bütünüydü. Bir Türk sanatçının böyle bir galeride sergisi olduğunu duyup  gitmez miyiz, gittik tabi geçen yıl.  
Ayşe Erkmen sergisinden


Ayşe Erkmen tamamen mekana özgü tasarladığı eseriyle, tiyatronun arkasında ki perdelerden ağır adımlarla, geçişimizi sağladı. Oldukça yaratıcı bir sergiydi.






 Daha detaylı bilgi için şu haberi de okuyabilirsiniz. http://www.radikal.com.tr/hayat/ayse_erkmen_londrada_tiyatro_acti-1156151






 


Whitechapel Gallery
Giriş ücretsiz



1901 yılında kurulmuş. Picasso’nun Guernica tablosu yapıldığı yıl, İspanya iç savaşını protesto amacıyla Avrupa şehirlerindeki bir galeride sergilenmişti. İşte bu galeri de Londra’da Guernica’yı ilk ve tek sergileyenlerden o zaman. Sadece Picasso değil tabi Kahlo, Pollock, Gilbert&George gibi  ünlü bir çok sanatçı prömiyerlerine vitrin olmuş bir galeri.   


Geçen yıl gittiğimde Sarah Lucas’ın müstehcen sergisi vardı. Genelde heykeller, fotoğraflar, gıdalar, mobilyaları enstalasyonlarında kullanan asi ruhlu bir sanatçı. Dushamp’ın pisuarlarını anımsatan pisuarları onun da sergisinde görmek mümkün.







Seksle ilişkilendirilmiş her klişe objeyi görerek , cinsel metaforlar, salatalık, portakal, muz, yataklar, devasa çıplak fotoğraflar, kızartılmış yumurtalar, kelime oyunları, ince çoraplar doldurularak yaratılmış, kadın ve erkek vücut parçaları ile aslında Lucas’ın yarattığı o ince mizaha tanık olduk.
Şu sıralar bu galeride Amerikalı postminimalist sanatçı Richard Tuttle’ın tekstillerinin konuşması dinleniyor.

Royal Academy of Arts
Burlington House, Piccadilly adresinde, ücretli giriş.




Sanatı ve sanatçıyı destekleyen, sergilerin, sanatsal tartışmaların yapıldığı, eğitim verildiği,  bağımsız bir Akademi burası. Devletten fon almadan sadece bağış ve sponsorluklarla yıllardır ayakta kalan nadide galerilerden birisi.  1768 yılında sanatçıların statüsünün yükseltilmesi maksadıyla Kral 3.George tarafından kurulmuş. W.Turner’in mezun olduğu okul.


Biz gittiğimizde Dennis Hopper’ın ‘The Lost Album’ isimli sergisi vardı. Buraya gittiğiniz zaman sanat tadında ki alışverişi seviyorsanız, Burlington House’un çok yakınında bulunan Fortnum & Mason’u da mutlaka görün derim. Hatta bu mağazanın hemen yanından indiğinizde White Cube Galerinin bir şubesini de görmüş olacaksınız.




White Cube Gallery
Girişleri Ücretsiz
 
Mason’s Yard White Cube
Bermondsey White Cube


1993 yılında hayata geçmiş yeni galerilerden ayrıca sansasyonel sergilere ev sahipliği yapmış galerilerden birisi. 2007 yılında Damien Hirst’in elmaslarla kaplı kafatası heykelinin açılışı gibi.  İki şubesi var Londra’da, birisi Mason’s Yard’ta, diğeri Bermondsey  caddesinde, hemen  Tasarım ve Moda okulunu geçince. 
 
Mason’s Yard’ta  Amerikalı kavramsal sanatçı David Hammons’un sergisi bulunmakta.
 Bermondsey şubesi ise şu sıralar önemli iki sergiye ev sahipliği yapıyor.

Tracey Emin

Tracey Emin

Tracey Emin




                                                                                                                                                                      
Birisi oldukça meşhur İngiliz sanatçı Tracey Emin, diğeri Paris’te yaşayan Lübnanlı sanatçı Etel Adnan. Modern sanatın iki farklı örneği, iki kadın sanatçı.

Etel Adnan

Etel Adnan


  
                                                                                                                                                                     Tracey Emin genelde kendi vücudunu, yaşamını öne çıkararak büyük sansasyonlar da yaratmış bir sanatçı. Yatağım yada Çadır sergisinde olduğu gibi, (‘1963-95 yıllarında yattığım herkes’  başlığında isimlerden oluşan çadır sergisi)  Sanat toplum için mi, sanat için mi diye sorulsa ‘benim için’ derdi diye düşünüyorum. İngiliz basını sanatçının seksüel hayatıyla ilgili çok fazla bilgi vermesini itici ve utanç verici bulmuştu 2000’lerin başında, fakat sonra herkes kabullendi ve yeni sanatçılar için ilham kaynağı oldu. Son zamanlarda neon ışıklarla hazırladığı görseller de öne çıkmaya başladı.

Somerset House

18 yy da kurulmuş, büyük Neoklasik bir yapı. Londra’nın tam kalbinde büyük bir kültür,  sanat  ve moda merkezi.  

 Zaman zaman açık hava konserleri, aile etkinlikleri, ücretsiz moda ve sinema gösterileri de yapılıyormuş. Büyük bir avlunun etrafını saran galeriler farklı farklı sergiler sunuyor.
Tatlı bir ara vermek için de hemen ortada ki fıskiyelerin çevresinde yada arka bahçede güzel nehir manzarasına karşı oturup bir şeyler içmek gerçekten keyifli.  

Biz de tüm galerilerini teker teker gezdik sadece bir galeri ücretliydi, diğerleri için bir şey ödemedik.

Courtyard Galerisinde; fotoğrafçı Nancy Honey’in 100 lider kadının portreleri sergisi yer almakta. Ücretsiz.

'Tattoo Art Today’ sergisinden
Embankment Galerisinde; 'Tattoo Art Today’ sergisi vardı. 
Dünyanın farklı yerlerinden seçilmiş dövme sanatçıları bu sergi için yeni dövmeler tasarlamıştı. Giriş Ücretsiz.

Return of the Rudeboy’ sergisinden


Terrace Galerisinde;    'Return of the Rudeboy’ sergisi vardı. Sanatçı Londra’nın Rudeboy’larının hayatlarından giysilerinden fotoğraflarla, bizzat giysi - ayakkabıları, enstalasyonları ile örnekler sunuyordu. İçerisi oldukça popülerdi, ilk kez böyle modanın, tarzın  ön planda olduğu bir sergi de bulunmuştum ve çok keyif aldım. Ücretsiz.

The Courtauld Galeri; Girişi ücretli tek galeri. Kendi sabit koleksiyonlarının yanı sıra farklı sergilere de ev sahipliği yapıyor.  Şu sıralar Jasper Johns’un ‘Regrets’ sergisi ayrıca Egon Schiele’nin ‘The radical nude’ sergisi yer almakta. 19yy Avusturyalı Ekspresyonist sanatçı Schiele’nin çıplakları bana biraz Toulouse Lautrec’in renklerini, figürlerini anımsattı.

                                                                                                                                                              Amerikalı Jasper Johns ise yaşayan büyük  ‘pop art’ sanatçılarından birisi. Bu sergisin de de İngiliz sanatçı Lucian Freud’un bir stüdyoda verdiği pozlardan esinlenerek yarattığı çalışmaları sergileniyor.

Beryl Bainbridge’in sergisinden



East & West Galerilerinde; Beryl Bainbridge’in bir sergisi vardı. Dört yıl önce vefat etmiş ünlü İngiliz yazarlardan birisi. Kendi hayatından kareleri, izlenimlerini resmettiği tabloların çizimlerinin yer aldığı sergi tamamen duygu yüklüydü. Çizgilerindeki, figürlerindeki naiflik beni sımsıcak kucakladı. Giriş ücretsiz.

 


 
V&A  Museum
Ücretsiz
Cromwell Gardens, Güney Kensington bölgesinde yer alıyor. Müze 1852 yılında kurulmuş, ismi prens Albert ve Kraliçe Victoria’dan gelmekte. 5000 yıllık bir sanat koleksiyonuna sahip büyük bir galeri. Kapsam ve çeşit bakımından dünyada rakipsiz denilebilir. Ücret ödemeden bu koleksiyonlar gezilebiliyor. Sadece bazı galerinde ki bazı özel geçici sergiler ücrete tabi olabiliyor.

 Şu sıralar içerisinde 1700’lerden günümüze gelinliklerin sergilendiği bir sergiden, itaatsiz nesneler, Rusya avant-garde tiyatrosu sergisinden, büyük İngiliz ressam John Constable sergisine ayrıca 20 yy’ın büyük moda ve portre fotoğrafçısı Horst P. Horst’un sergilerine ev sahipliği yapıyor.

National Portrait Gallery
Ücretsiz



İlk 1856 yılında o güne kadar İngiliz tarihinde saygıyla anılan şahsiyetlerin portreleriyle oluşturuluyor. Onurlu bir şekilde yaşamış, ölmüş, İngiliz tarihine katkıda bulunmuş, İngiliz kahraman, sanatçı, bilim adamlarının portreleri sergilenmiş, Shakespeare gibi.  Bir çok mekan değiştirmiş galeri tabi sergiler büyüdükçe de.  Daha çok tarihin öne çıkarıldığı sanatın aslında geri planda olduğu bu galeride 1969 yılından sonra bazı kurallar değişmeye başlamış. Yaşayan ünlülerin, politikacıların da portreleri sergiye girmiş. 


195bin portrenin olduğu ana bölümde ben biraz kalakaldım tabi çoğu yüzü bilmediğim gibi, adlarını bile duymadıklarım olduğu için. Chris için çok eğlenceliydi ama  ’’ aa.. şu…. aaa.. bu!’’ diye gezdi sergiyi. Geçici sergilerin olduğu bölümde hayattan portreler ise bana daha çok hitap etmişti.

National Gallery
Ücretsiz ve hergün ziyarete açık
dört yıl önce


Daimi koleksiyonları 13yy -19 yy dönemine ait Batı Avrupa klasik sanatından oluşsa da, çağdaş sanatçı ve eserlerine  de zaman zaman yer veriliyor.  

National Galeri meydanı
Mesela önümüzde ki günlerde, buranın önemli ressam ve heykeltıraşlardan biri olan Maggi Hambling’in yeni eserleri sergilenecek. Ayrıca binanın ön bahçesinde yine dönüşümlü sergilenen ilginç modern heykeller bulunuyor.

Ekim, 2014

Tuesday 7 October 2014

Yelkenliyle Jurassic Coast’a ve Hayalet Kasabaya Yolculuk




Dünyanın doğal harikalarından biri olarak Jurassic Coast (Kıyılar) İngiltere’nin güney kıyısında yer alıyor. Unesco Dünya Mirasları arasında bulunan bu kıyılar, 155 km (95miles) uzunluğunda ve içerisinde 180 milyon yıllık, jurassic zamana dayanan, kayaları, fosilleri ve taşları hala muhafaza ediyor. 

kayınpeder eğleniyor bizle, meğer bir tuşla açılıyormuş bu yelken :))
Biz de bu kıyıları görmek üzere iki ay önce ailecek Southampton’dan batıya doğru yelkenliyle denize açıldık. Kaptan kayınpeder, Chris ve ben tayfaydık.  İngilizler kadar denizci bir milllet daha yoktur sanırım. Tüm limanlar yelkenlilerle dolu, bir limanda gecelemek için önceden rezervasyon yaptırmak şart, boş yer olmuyor çünkü. Bizde planımızı yapmıştık, bir iki gün Poole’da, marina ‘Quay boat haven’da kalacaktık oradan da Jurassic Coast yolculuğumuza devam edecektik. Poole ile de ilgili daha sonra bir yazım olacak. Oradan güneye doğru yelkenleri açmıştık fakat ilk gün zordu benim için, yelkenliyle seyahatte geminin içinde yada alt katlarda olmak mideyi perişan ediyor, güvertede olup, deniz yoluna bakmak açık havada olmak çok daha iyi. Ayrıca benim gb İngiltere güneşini hafife alıp güvertede saatlerce yatmayın. Güneş çarptı ve ilk günümü alt katta yatakta geçirmek zorunda kalmıştım. 

Old Harry Rocks
Jurassic Coast, East Devon’da ki, Exmouth ile Dorset’e bağlı, Studland körfezindeki, Old Harry Rocks arasında yer alıyor.

 İlk durağımız Old Harry Rocks oldu. Handfast noktası, Purbeck adası yakınında ki bu dev üç tebeşir taşı, denizin ortasında sürrealist bir görüntü oluşturuyordu. Büyük ihtimalle eskiden bu adanın bir parçası olduğu ve zamanla eriyerek birbirinden ayrıldığı düşünülüyor. Neden bu taşın ismi Old Harry derseniz, hikayeye göre bu kayanın üzerinde kötü kalpli Harry Paye isimli, buralı bir korsan uyurmuş.
Tilly Whim Mağarası

Jurassic Coast kıyılarını izleyerek, salına salına yaptığımız bu yolculuğun ikinci noktası, Tilly Whim Mağarası’ydı. Burada demir atmadık ama, mümkün olduğunca yanaşarak gemiden izlemeye çalıştık. Zaten mağara içerisine girilemiyor. Uzun yıllar önce taş düşme ve çökmeler sebebiyle çok tehlikeli bulunarak kapatılmış ve içinde ki uçurumları, göçükleri, kuşlara, yarasalara yuva olmuş. 

Worbarrow Tout
Swanage











 
Durlston Kalesi
 
Anvil Point













 
Clavell Kulesi
Worbarrow Bay’e gidene kadar yine bir çok noktayı uzaktan da olsa görmüştük. Yelkenleri indirdik ve burada demir attık. Çocuklar küçük botla tam kıyıya geçmişti ki, bir askerin koşarak yanlarına gittiğini gördük. Bizimkiler hüsranla geri döndüklerinde, bugün burada demir atamayacağımız yeni tamamlanmış askeri talimlerin ardından etrafta temizlik yapıldığının söylendiğini ve hemen oradan uzaklaşmamız gerektiği uyarısında bulunduklarını öğrendik. Biz de tabi ki kazara bir kurşuna kurban gitmek istemiyorduk. Bu alan uzun süredir orduya ait ve hafta sonu sadece bir iki gün ziyaretçiye açılıyordu bizde o günlerde buraya dönmek üzere ayrıldık.  
 
Lulworth Körfezi
  Oradan sonra Lulworth Cove ‘a doğru giderek, bir çok yelkenli gibi orada demir attık. Sevimli küçük bir köyün dibinde, gelenleri kucaklayan bir görünümü var bu koy’un. 


Batı Lulworth Köyü












Burada ki köye ise Batı Lulworth Köyü deniliyor. Yılda 500.000 ziyaretçiyi karşılıyormuş. Taşlıklı sahili, köyün içinden akan deresi, dere kenarında sevimli evleri, pansiyonlarıyla insanın içine mutluluk katan bir havası vardı. Kendimizi hemen bir pub’a attık. Açık havada lezzetli bir akşam yemeği yedik.
benim karides kokteylim
Gemiye döndüğümüz de gece karanlığında gökyüzünü dolduran yıldızların güzelliğini seyre daldık. Deniz dalga sesleriyle bizi ninniledi ve kollarında sallayarak uyuttu. Herşey tam bir uyum ve huzur içindeydi. Sabah güneş ışığı odamızı doldurduğunda, çocuk sesleri, şlop denize atlama sesleri, heyecanlı bağrışlar, gülenler hareketli bir sabahın habercisi gibiydi. Kahvaltımızı yaptık ve iki küçük botla Durdle Door istikametine doğru yola çıktık.

Durdle Door, Salvador Dali’nin tablosundan çıkmış gibi bir yer. Kardeşimin buranın fotoğrafına yorumuyla tam da; ‘koca bir fil sanki bütün denizi içmek için hortumunu denize sonmuş’ gibiydi. Doğal kireçtaşından bir kemer.

denizi içen fil
merdivenleri
  
 Sahile küçük botları çıkardık, önümüzden başlayarak gökyüzüne gidiyormuş gibi görünen dar taş merdivenleri çıkmaya başladık. Aşağıdayken büyüsünü tam farkedemediğimiz bu manzara tepeye vardığımızda bizi kendimizden geçirdi. 
O kadar merdivenden sonra dondurmayı hakettiniz der gibi şirin bir dondurma ve meşrubat minibüsü de bizi tepede bekliyordu. Bütün bu araziler, Durdle Door, Lulworth koyu, kıyıları, köyü sadece tek bir aileye ait. Welds ailesi, Lulworth Estate adı altında 52 km2 lik bu alanların sahipleri. Durdle kelimesi ne demek diye düşünüyorsanız, bore yada drill kelimesinden türediği, böylece anlamının delik, oyuk olduğu biliniyor ki tarife de uyuyor.  
St. Oswald’s Bay

Durdle Door’un arka tarafında kalan koy ise berrak denizi ve kalp şeklindeki kıyısıyla inanılmaz romantik bir görünüm sergiliyordu.  
Man of War Cove deniliyor bu koya. Resmi adı St. Oswald’s Bay

botumuz çekiliyor

Bu muhteşem plaj ne yazık ki artık kullanılamıyor, yüksek uçurumlara komşuluk yaptığı ve taş düşmeleri yaşandığı için. 2013 yılında çok büyük bir kaya parçası düşmüş buraya fakat hala gelen ziyaretçiler ayaklarını burada denize sokmadan gitmiyor. Jurassic Coast’ta geldiğimiz en uzak nokta  burası oldu, kıyılar devam ediyordu fakat biz sonuna kadar gitmeyecektik.


 Dönüş yolunda bizim kullandığımız küçük botun benzini bitmişti, Allahtan diğer botla iletişim kurabileceğimiz telsizlerimiz yanımızdaydı, gelip bizi çektiler. Gemide hızlı bir öğle yemeği ardından Lulworth Kıyısında ki patika yoldan, uzun otları iki yana açıp birbirimizi takip ederekten tepeye ulaştık.

girişi


Fossil Forest yani fosil orman, yürek hoplatan bir yükseklikten aşağı baktığımızda denizle aramızdaki yüksek kayaların üzerinde yer alıyordu. Taş merdivenlerle bu ara katmana indik. Yüzyıllık, fosilleşmiş ağaçların arasında jurassic zamana ait taşlara dokunmak ve bir küçük fosil bulma umuduyla her taşı yoklamak inanılmaz keyifliydi. Fakat tepemizden vuran güneş, orada uzun süre kalmamızı engellemişti.

 Anlatılanlara göre bundan beş on yıl öncesinde burada her taş, bitki, hayvan fosilleriyle doluymuş ama ziyarete açık bir yer sonuçta, her gelen her bulduğunu götürünce burada yeni şeyler bulmakta zamanla zorlaşmış. 

Körfezin diğer tepelerini de şöyle bir dolaştıktan sonra gemiye geri döndük. Akşam olmuş ve tatlı bir yorgunluk çökmüştü üzerimize. güzel bir film izleyip, denizin kollarında yine uykulara daldık. 


Worbarrow Bay’e geri dönecektik ama önce telefonla kıyı amirliğinden gidip gidemeyeceğimiz konusunda teyit aldık. Bu sayfadan da takip edilebiliyor.  http://www.icoast.co.uk/lulworth_ranges/

Ziyarete açıktı, bizde öğle saatlerinde oraya ulamıştık. Demir attık ve Chris’le kıyıya çıktık. Patika yoldan yaklaşık yirmi dakika yürüyerek hayalet kasabaya ulaştık. Tyneham. Ne muhteşem bir yerdi.

 Bu balıkçı kasabası halkının buradaki geçmişi demir çağlarına kadar gidiyor. 

Tiyatrosundan

Öyle ki yüzyıllarca birlikte büyüyüp birlikte yaşlanmış koca bir mahallenin çocukları olarak yaşamışlar taki 1943 İkinci dünya savaşına kadar. Britanya ordusu o zamanlar tam da Christmas öncesi, kasabaya geçici bir süre için boşaltılması emri veriyor. Bu bölgenin savaş süresince askeri atış talimleri, eğitimler ve yaşam alanı olarak kullanılacağı bildiriliyor. Çaresiz kasaba halkı evlerini terketmek zorunda kalıyor.
okulunda boş kalan sıraları

 
 
 Giderlerken halkın kilisenin kapısı üzerine bıraktığı bir not hala bu 13. yy’dan kalma hayalet kilisede sergilenmekte. 
Şöyle diyor: ‘Biz nesilden nesile yaşadığımız bu kasabamızı, evlerimizi, savaşı kazanmanız ve özgürce yaşamamız için şimdilik terk ediyoruz, fakat geri döneceğiz. O vakte kadar lütfen evlerimize ve kilisemize iyi bakın, özen gösterin’ yazıyor. 



O halk yani 225 kişi, buraya ne yazık ki hiç dönemiyor. Çünkü savaş sonrasında da ordu bu bölgeye el koyuyor ve zorunlu satın alma işlemi gerçekleştiriyor. 1975 yılına kadar girilemeyen bu bölge şikayetler sonrası düzenli olmasa da hafta sonları halka açılıyor. Kasabada ki her evde, orada bir zamanlar yaşayanların kısa hikayeleri yazıyor. 

Okulu, tiyatrosu, kilisesiyle kocaman, kalbi kırık bir müze alanı. Dönerken bir de fırtınaya yakalandık, yelkenliyle denize açılıp fırtına almadan dönmek olmazmış gibi. Bir telaş geminin yağmurluklarını indirmek, kenarlarda sallanan çamaşırlarımızı içeri taşımak, tatlı bir telaş, bir taraftan gülerek ve işte yağmur sesi altında bir salıncak sığınak. O geceyi bu koyda geçirdik. Sabah eve dönüş vaktimiz gelmişti. 

·