İkinci gün, Güney ve Doğu Yönlü
yürüyüş Rotası
Dört saat yürüyüş
Merkezde,
tramvaydan indiğimiz taraftan sağa doğru (Jana Pawla II caddesinden) yürümeye başladık.
Bu yönde yeşilin her tonuna, ağaçlara, parklara doyduk. Uyarmak isterim ki bu
yürüyüş rotası şehir merkezinden uzaklaşmaya başladıktan sonra, maalesef cafe,
restoran gibi yerlerden pek geçmiyor, benim gibi bir çay molası sevdasına
düşmeyin. Ama sahiden ya bir yürüyüş rotası haritası elimize verenler insan hiç
mi hesaba katmaz bir çay kahve içecek yer de göstermeyi… Her neyse, ilk
durağımız Kültür Merkeziydi.
Nowa Huta Kültür Merkezi
Şehir
Merkezinde hemen Jana Pawla II caddesi üzerinde sağda. (Tramvaydan indikten sonra karşıya geçmeden devam edin.) Okul
görünümünde bir bina.
Yan tarafında büyük yeşil bir alana sahip ve alanda aynı
gün başlayacak bahar festivaline hazırlık yapılıyordu. Bina içerisinde tiyatro,
müzik, sergi gibi sanatsal ve kültürel aktivitelere yer veriliyormuş.
Biz
gittiğimiz de sahne de prova yapan öğrenciler, alt katında da yine bir okulun resim-heykel
sergisi vardı.
Łaźnia Nowa Tiyatrosu
os.
Szkolne 25 adresinde yer alıyor, hemen Kültür Merkezini geçince. Komünist rejim
altındayken 1950 yılında sosyalist gerçekçilik mimari sitilinde inşa edilmiş.
İlk Kazimierz bölgesinde ŁaźniaTiyatr adını taşıyormuş, sonra bu bölgeye taşınarak adının
yanına da Nowa ekini almış.
Bir çok uluslararası oyun ve başarılı konserlere
ev sahipliği yapmış. ‘Herkes için tiyatro’ felsefesine sahip.
Şu an tiyatro
binasının dışı oldukça bakımsız görünse de içerisinde Grolsch Artboom Festivali
kapsamında ilginç bir sergisi de var. Siyah çöp poşetleriyle sarmalanmış
mekanda Nowa Huta’nın tarihi, bir inşaat alanı şeklinde görselleştirilmiş ve
farklı mizansen ve videolarla desteklenmiş.
Osiedle Na
Skarpie 66 adresinde yer alıyor. Belediye hastanesi olarak 1954 yılında, tam
bir sosyalist gerçekçi mimari temsili olarak inşa edilmiş. Önde ana binaya
giden görkemli iki merdiven göze çarpıyor. O dönemin sol görüşlü bir yazarı
olan Stefan Żeromski’nin soyadı verilmiş bu hastaneye ve yine onun Przedwiośnie adlı romanında geçen Nowa
Huta’da ki (Szklane Domy ) Cam Evler’den esinlenerek, bina önüne yazılmış.
Yazarın 1970’ler de bir büstü hastane önüne dikilmiş. Hala aktif bir hastane.
Aziz Bartholomew Kilisesi (Kościół św.
Bartłomieja)
Klasztorna sokağı
1466 yılında o
sırada Mogila köyünde yaşamakta olan keşişler desteğiyle, Matthias (Maciej?)
Mączka tarafından yapılmış. Rokoko renkli duvarlar, yüksek sunakla
tamamlanıyor.
Bu ahşap kiliseleri gerçekten seviyorum. Kokuları, renklerin bu
fon üzerinde ki şıklığı, yaydığı samimi sıcaklığı keyifli gerçekten.
Özellikle
şimdi üzerinde enerji tasarruflu ampullerden takılmış bir avize, aslında mumlar
için ve duvarların renginde tasarlanmış çok orijinal bir parçaydı.
Mogiła Cistercian Kilisesi ve Manastırı
Klasztorna sokağında Aziz Bartholomew Kilisesi’nin hemen
karşısında yer alıyor.
Kilise 1222 yılında
Gotik tarzında Başpiskopos Iwo Odrowąż tarafından kurulmuş. Yeni getirtilmiş Cistercian
keşişleri Mogila köyüne yerleştirilmiş
ve bu kilise de prestij gösterisi olarak yaptırılmış.
Wawel Katedralinden sonra
bölgenin en büyük ve etkileyici kilisesi olmuş. 16yy’a kadar Odrowąż ailesinin
mezarları da burada bulunuyormuş. 1569 yılında Polonya Rönesans tarzında yan
tarafına kırmızı tuğlalardan bitişik bir manastır , arka ve ön bahçe de ilave
edilmiş.
Bahçesinde John Paul II’nin bir heykeli bulunuyor şimdilerde.
Manastırın içine giremedik maalesef. Ama kilisenin mabedindeki vitraylar hoşuma
gitti, küçük ve etkileyiciydi. Ayrıca tavan süslemeleri de bana bizim ebru
sanatı örneklerini anımsattı.
Zalew Nowohucki Gölü
Manastır
ve ahşap kilisenin olduğu sokaktan geriye dönüp karşıya geçtik. Küçük bir
pazarın arkasından Danilowskiego sokağına döndük. Sağda mezarlığı geçip
sosyalist gerçekçi sitilinde yapılmış bina ve sitelerin avlularından yürüyerek
ana caddeye çıktık.
Bulwarowa üzerinde sağda Zalew Nowohucki gölü etrafında ki
yeşil alanı ve bankları biraz dinlenmemizi sağladı. Birde çay içebileceğimiz düzgün
bir yer olsa etrafımızda süper olurdu tabi. Bu yapay göl 1957 yılında 17
dönümlük bir alan içinde dinlenme tesisi olarak açılmış. Dłubnia nehrinden
beslenmekte olan bu gölde oldukça balıkçılık yapanlar var.
Göl üzerinde
ördekler ve vahşi bakışlı kuğular yüzmekte. Nasıl bir tezat oysa ki değil
mi, bu narin görünümlü hayvanlar
kanatlarıyla kolumuzu kırabilecek güçteler. Gölün sonunda umumi tuvalet
yerlerinin karşısındaki ağaçlık patikadan içeri girerek, en çok kullanılmış
patika yolu takip ettik. Krzesławice bölgesine geçmiş, küçük bir otopark
alanında Jan Matejko Evi’ne ulaşmıştık.
Jan Matejko’nun Malikhanesi
Zalew
Nowohucki gölünün arkasındaki yeşil alana saklı küçük bir köy aslında Krzesławice.
Bu köyün girişinde Jan Matejko’nun önünde büstünün de bulunduğu bu ahşap ev
ziyaretçilere sadece Cuma günü açık diye biliyorduk web sayfalarından. Fakat
işte Cumartesi günü olmasına rağmen kapısı açıktı. İçeri girdik salonu odaları
gezdik, tam biz çıkarken yaşlı asık suratlı bir bayan geldi yanımıza, meğer
bilet almamız gerekiyormuş girerken, pardon ama hiçbir görevli yoktu ve kapısı
açıktı… Neyse öyle çıktık. 7 zl kişi başı giriş ücreti var buranın.
Polonya’nın
19yy en büyük ressamı Jan Matejko. 1876 yılında satın almış bu evi. Buranın asıl
sahibi 1793’te buradan sürülerek mallarına el konulan siyasi yazar Hugo
Kołłątaj’mış.1960 yılından sonra da Beaux Sanat Dostları Derneği burayı müzeye
çevirmiş. İçeride Matejko’ya ait antik eşyaları, tabloları ve büstler yer
almakta.
Vaftiz Aziz John Kilisesi
ul. Wańkowicza
Jan
Matejko evinin hemen karşısında, içinde yeni bir düğün töreninin tamamlandığı 17yy’dan
kalma ahşap kiliseye geldik. 1633-1648 yıllarında Jawornik köyünün Ukrayna ile
sınır olan dağında yaptırılmış. 1980’de yıkım kararı verilince Krzesławice ‘de bir
açık hava müzesi oluşturulması amacıyla buraya getirtilmiş bu kilise. Fakat
sonra bu proje iptal olmuş. Ahşap kiliseye bir de sonradan kule ilave edilmiş.
Biz içeri girdiğimizde düğün dekorları vardı sıralarda, mabed önünde. Rahip
bizi görünce telaşla önce durdurdu sonra ışıkları yaktı ve tataaam! Şeklinde
kiliseyi gösterdi. Sevimli bir adam. Kilisenin içinde yine o sevdiğim ahşap
huzur…
Buradan
sonra uzun bir yürüyüşle Meşhur Fabrikanın Kapısının yolunu tuttuk.
Vladimir Lenin Çelik Fabrikası (Yeni adı: Huta im. T.
Sendzimira)
Solidarnosci
ve Ujastek caddelerinin kesiştiği göbekte yer alıyor fabrikanın giriş kapısı. İçeriye
ziyaret kaldırılmış maalesef.
Mimar
Janusz Ballenstedt, Janusz Ingarden, ve Marta Ingarden fabrikanın dizaynını yapmış. Sosyalist
Realist mimari tarzın ulusallaşması için Polonya’nın en güçlü ve köklü mimari biçimi
Rönesans’tan esinlenilmiş. 22 Temmuz
1954 yılında fabrika açılmış. İsmi 1990 yılına kadar ‘Vladimir Lenin Çelik
Fabrikası’ olarak kalmış. Komünizm sonrasında fabrikanın bilim adamı ve
mühendisi olan Tadeusz Sendzimir’in adı verilmiş.
Mogiła köyü ve çevresindeki arazileri kaplayan
devasa bir fabrika. 1970’lerde 40.000 kişinin
çalıştığı fabrikada, yılda yaklaşık
7 milyon ton çelik üretilmiş. 1980’lerde de sayısız eylemin ve protestonun merkezi
haline gelmiş.
Fabrika
Sovyetlerin Nowa Huta’da tam bir komünist şehir kurma hayaliyle kuruluyor önce.
Tabi burada çalıştırılacak işçiler proletaryayı oluşturacağı için onların
yaşayacağı birbirinin aynısı tek tip binalar da inşa edilmiş. Tarıma en
elverişli topraklarda kurulan bu fabrikanın, ham malzemesinin başka bir
bölgeden buraya vagonlarla getiriliyor oluşu da ayrıca bir konu tabi. Bazı
bölümleri kapatılmış sonradan ama halen Avrupa’da ki çelik ihtiyacının büyük
kısmı buradan karşılanıyor.
Fabrika
kapısının etrafında bir küçük market, bir de döküntü bir alkolik barı var.
Binmeyi planladığımız otobüs için beş saat beklememiz gerektiğini görünce
yürümeye karar verdik tabi, neyse ki iki duraklık bir mesafeydi. Uzun
bitmeyecek gibi görünen bir otoyolun kaldırımından yürüyüp Wanda Höyüğüne
ulaştık.
Wanda’nın Höyüğü (Kopiec Wandy)
Çelik
fabrikasından sonra iki tarafının yeşillikle sarıldığı Ujastek Mogilski
otoyolunun kaldırımından yürümeye başladık. Yaklaşık 15 dak. bir yürüyüştü ama
önceki üç saatlik yürüyüşün üstüne eklenince benim halim mecalim kalmamıştı. Üstelik
hiç mi bir kafe bulunmaz bu yerde diye söylenmekten kendimi de alamıyordum. Solda
tramway yolunun geçtiği yerle birleşen bir merdivenden yukarı çıktık. İşte
Wanda Höyüğü karşımızdaydı.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj0dcDeg16PDvb_sb0kNzNlL9mKExiTbogb1Dlm0gESlg38h6a2vSBFDkOn7DBU9oX_S6Ax-_Zlr4tvcHriCdmyBFyD-RTjdhHB46IbW6v_hHSkfEhV4IaIESVWi0hwXHtx_uPE897KdHfk/s1600/P6210118.JPG)
Öyle pek yüksekliği yok manzarası da sadece
yeşillik. Mogiła köyü aslında M.Ö 5000 yıllarından buyana sürekli bir yerleşim
yeri olmuş. Arkeologlar için hala bu höyüğün yapım tarihi bir gizem. Lider
teorilere göre 6. ve 10. yy arasında Slavlar veya Keltler tarafından yapılmış. Rivayete
göre Kral Crak öldükten sonra güzel kızı Wanda kraliçe olmuş. Evlenmesi
istenmiş. Adaylardan hiç birini beğenmemiş Wanda, sonra da bir açıklama yaparak
hiçbir zaman evlenmeyeceğini bildirmiş. Tabi bunu duyan herkes çok üzülmüş
fakat Alman olan aday bu duruma çok öfkelenmiş. Ordusunu toplayıp Wanda’nın
topraklarına saldırmış. Wanda’nın ordusu onları geri püskürtmüş. Bu zaferin
ardından Wanda tanrılara teşekkür için bir kurban sunmak istediğini belirterek
kendini nehre atmış.
Nehirden çıkarılan bedeninin değdiği ilk karaya mezarı
yapılmış. Böylece bu höyük hala Wanda’nın höyüğü olarak biliniyormuş. Wanda’dan
sonra gelenekleşmiş festivallerden birinde; baharın gelişini simgeleyen ve en
uzun gün olan 21 Haziran’da, bekar ve
evlenmek isteyen kızlar saçlarına otlardan çiçeklerden birer taç yapıp, burada
nehre bırakıyorlar. Geleneğe göre (eskiden) kızı seven yüzerek yada sandalıyla
o tacı yakalayabilirse onunla evlenmeye hak kazanıyormuş. Şimdilerde sadece
törenin bir parçası.
Branice Malikanesi
2b
Sasanek Sokağında, Krakow Tarih Müzesinin
bir şubesidir. Saat 14:00’den sonra açılıyor. Giriş ücretsiz. Gitmeden yine de web
sayfasını kontrol etmeniz yararınıza olur.
Wanda
Höyüğünde ki merdivenlerden hemen inince karşı istikametteki tramvay durağından
21 no’lu tramwaya bindik. Pleszow’da indik. Burdan da bir iki durak mesafedeki
Szymanskiego’ya giden bir otobüse binip, aynı adlı durakta indik.
Szymanskiego
durağında inince benzin istasyonunun yanındaki yoldan yürümeye devam ettik.
Yol
küçük ‘shrine’den (dua noktası) sonra
ikiye ayrılıyordu. Biz sağdaki ağaçlıklı yoldan devam ettik.
Branice
ismi ilk olarak tarihi belgelerde 1250 yılında ortaya çıkmış. Bu çevre köyün
sahibi bir aileymiş. 15yyda bir ara yönetimi başka bir aile ele geçirmiş olsa
da 18yy’a kadar burası yine onların yönetiminde kalmış. 16yy’lara dayanan bu
kule tam bir Rönesans mimari özelliğinde.
Karşısında ki ev ise 19yy yapımıymış.
Genelde ofis olarak kullanılıyormuş. Güleç yüzlü bir asistan olan bayan bize
buranın tarihini çat pat İngilizcesiyle biraz anlattı.
Asıl görülecek yer zaten bu Rönesans kulesi. İçeride
ki küçük iki katında, bu arazilerde ki kazılarda bulunmuş bazı parçalar ve
oldukça eski bir iskelet sergileniyor.
Aynı
gelincikli yollardan dönerek benzin istasyonunun oradan otobüse binip, Pleszow’a,
oradan da tramvayla şehir merkezine dönüş yaptık.
No comments:
Post a Comment