Saturday 21 June 2014

Nowa Huta Yürüyüş Rotası 2.Part

İkinci gün, Güney ve Doğu Yönlü yürüyüş Rotası

Dört saat yürüyüş

 

Merkezde, tramvaydan indiğimiz taraftan sağa doğru (Jana Pawla II caddesinden) yürümeye başladık. Bu yönde yeşilin her tonuna, ağaçlara, parklara doyduk. Uyarmak isterim ki bu yürüyüş rotası şehir merkezinden uzaklaşmaya başladıktan sonra, maalesef cafe, restoran gibi yerlerden pek geçmiyor, benim gibi bir çay molası sevdasına düşmeyin. Ama sahiden ya bir yürüyüş rotası haritası elimize verenler insan hiç mi hesaba katmaz bir çay kahve içecek yer de göstermeyi… Her neyse, ilk durağımız Kültür Merkeziydi.

Nowa Huta Kültür Merkezi

Şehir Merkezinde hemen Jana Pawla II caddesi üzerinde sağda. (Tramvaydan  indikten sonra karşıya geçmeden devam edin.) Okul görünümünde bir bina. 

Yan tarafında büyük yeşil bir alana sahip ve alanda aynı gün başlayacak bahar festivaline hazırlık yapılıyordu. Bina içerisinde tiyatro, müzik, sergi gibi sanatsal ve kültürel aktivitelere yer veriliyormuş. 

 

Biz gittiğimiz de sahne de prova yapan öğrenciler, alt katında da yine bir okulun resim-heykel sergisi vardı.

Łaźnia Nowa Tiyatrosu

os. Szkolne 25 adresinde yer alıyor, hemen Kültür Merkezini geçince. Komünist rejim altındayken 1950 yılında sosyalist gerçekçilik mimari sitilinde inşa edilmiş. İlk Kazimierz bölgesinde ŁaźniaTiyatr adını taşıyormuş, sonra bu bölgeye taşınarak adının yanına da Nowa ekini almış.  

Bir çok uluslararası oyun ve başarılı konserlere ev sahipliği yapmış. ‘Herkes için tiyatro’ felsefesine sahip. 

Şu an tiyatro binasının dışı oldukça bakımsız görünse de içerisinde Grolsch Artboom Festivali kapsamında ilginç bir sergisi de var. Siyah çöp poşetleriyle sarmalanmış mekanda Nowa Huta’nın tarihi, bir inşaat alanı şeklinde görselleştirilmiş ve farklı mizansen ve videolarla desteklenmiş.

Żeromski Hastanesi

Osiedle Na Skarpie 66 adresinde yer alıyor. Belediye hastanesi olarak 1954 yılında, tam bir sosyalist gerçekçi mimari temsili olarak inşa edilmiş. Önde ana binaya giden görkemli iki merdiven göze çarpıyor. O dönemin sol görüşlü bir yazarı olan Stefan Żeromski’nin soyadı verilmiş bu hastaneye ve yine onun  Przedwiośnie adlı romanında geçen Nowa Huta’da ki (Szklane Domy ) Cam Evler’den esinlenerek, bina önüne yazılmış. Yazarın 1970’ler de bir büstü hastane önüne dikilmiş. Hala aktif bir hastane.

Aziz Bartholomew Kilisesi (Kościół św. Bartłomieja)

Klasztorna sokağı

 

 

1466 yılında o sırada Mogila köyünde yaşamakta olan keşişler desteğiyle, Matthias (Maciej?) Mączka tarafından yapılmış. Rokoko renkli duvarlar, yüksek sunakla tamamlanıyor. 

Bu ahşap kiliseleri gerçekten seviyorum. Kokuları, renklerin bu fon üzerinde ki şıklığı, yaydığı samimi sıcaklığı keyifli gerçekten. 

 

Özellikle şimdi üzerinde enerji tasarruflu ampullerden takılmış bir avize, aslında mumlar için ve duvarların renginde tasarlanmış çok orijinal bir parçaydı.

 

Mogiła Cistercian Kilisesi ve Manastırı

Klasztorna sokağında Aziz Bartholomew Kilisesi’nin hemen karşısında yer alıyor.

Kilise 1222 yılında Gotik tarzında Başpiskopos Iwo Odrowąż tarafından kurulmuş. Yeni getirtilmiş Cistercian  keşişleri Mogila köyüne yerleştirilmiş ve bu kilise de prestij gösterisi olarak yaptırılmış. 

Wawel Katedralinden sonra bölgenin en büyük ve etkileyici kilisesi olmuş. 16yy’a kadar Odrowąż ailesinin mezarları da burada bulunuyormuş. 1569 yılında Polonya Rönesans tarzında yan tarafına kırmızı tuğlalardan bitişik bir manastır , arka ve ön bahçe de ilave edilmiş. 

Bahçesinde John Paul II’nin bir heykeli bulunuyor şimdilerde. Manastırın içine giremedik maalesef. Ama kilisenin mabedindeki vitraylar hoşuma gitti, küçük ve etkileyiciydi. Ayrıca tavan süslemeleri de bana bizim ebru sanatı örneklerini anımsattı.

 

 

Zalew Nowohucki Gölü

Manastır ve ahşap kilisenin olduğu sokaktan geriye dönüp karşıya geçtik. Küçük bir pazarın arkasından Danilowskiego sokağına döndük. Sağda mezarlığı geçip sosyalist gerçekçi sitilinde yapılmış bina ve sitelerin avlularından yürüyerek ana caddeye çıktık. 

Bulwarowa üzerinde sağda Zalew Nowohucki gölü etrafında ki yeşil alanı ve bankları biraz dinlenmemizi sağladı. Birde çay içebileceğimiz düzgün bir yer olsa etrafımızda süper olurdu tabi. Bu yapay göl 1957 yılında 17 dönümlük bir alan içinde dinlenme tesisi olarak açılmış. Dłubnia nehrinden beslenmekte olan bu gölde oldukça balıkçılık yapanlar var. 

Göl üzerinde ördekler ve vahşi bakışlı kuğular yüzmekte. Nasıl bir tezat oysa ki değil mi,  bu narin görünümlü hayvanlar kanatlarıyla kolumuzu kırabilecek güçteler. Gölün sonunda umumi tuvalet yerlerinin karşısındaki ağaçlık patikadan içeri girerek, en çok kullanılmış patika yolu takip ettik. Krzesławice bölgesine geçmiş, küçük bir otopark alanında Jan Matejko Evi’ne ulaşmıştık.

 

 

Jan Matejko’nun Malikhanesi

Zalew Nowohucki gölünün arkasındaki yeşil alana saklı küçük bir köy aslında Krzesławice. Bu köyün girişinde Jan Matejko’nun önünde büstünün de bulunduğu bu ahşap ev ziyaretçilere sadece Cuma günü açık diye biliyorduk web sayfalarından. Fakat işte Cumartesi günü olmasına rağmen kapısı açıktı. İçeri girdik salonu odaları gezdik, tam biz çıkarken yaşlı asık suratlı bir bayan geldi yanımıza, meğer bilet almamız gerekiyormuş girerken, pardon ama hiçbir görevli yoktu ve kapısı açıktı… Neyse öyle çıktık. 7 zl kişi başı giriş ücreti var buranın. 

Polonya’nın 19yy en büyük ressamı Jan Matejko. 1876 yılında satın almış bu evi. Buranın asıl sahibi 1793’te buradan sürülerek mallarına el konulan siyasi yazar Hugo Kołłątaj’mış.1960 yılından sonra da Beaux Sanat Dostları Derneği burayı müzeye çevirmiş. İçeride Matejko’ya ait antik eşyaları, tabloları ve büstler yer almakta.     

Vaftiz Aziz John Kilisesi

ul. Wańkowicza

 

Jan Matejko evinin hemen karşısında, içinde yeni bir düğün töreninin tamamlandığı 17yy’dan kalma ahşap kiliseye geldik. 1633-1648 yıllarında Jawornik köyünün Ukrayna ile sınır olan dağında yaptırılmış. 1980’de  yıkım kararı verilince Krzesławice ‘de bir açık hava müzesi oluşturulması amacıyla buraya getirtilmiş bu kilise. Fakat sonra bu proje iptal olmuş. Ahşap kiliseye bir de sonradan kule ilave edilmiş. 

Biz içeri girdiğimizde düğün dekorları vardı sıralarda, mabed önünde. Rahip bizi görünce telaşla önce durdurdu sonra ışıkları yaktı ve tataaam! Şeklinde kiliseyi gösterdi. Sevimli bir adam. Kilisenin içinde yine o sevdiğim ahşap huzur…

Buradan sonra uzun bir yürüyüşle Meşhur Fabrikanın Kapısının yolunu tuttuk.

 

Vladimir Lenin Çelik Fabrikası (Yeni adı: Huta im. T. Sendzimira)

Solidarnosci ve Ujastek caddelerinin kesiştiği göbekte yer alıyor fabrikanın giriş kapısı. İçeriye ziyaret kaldırılmış maalesef.

Mimar Janusz Ballenstedt, Janusz Ingarden, ve Marta Ingarden fabrikanın dizaynını yapmış. Sosyalist Realist mimari tarzın ulusallaşması için Polonya’nın en güçlü ve köklü mimari biçimi Rönesans’tan esinlenilmiş.  22 Temmuz 1954 yılında fabrika açılmış. İsmi 1990 yılına kadar ‘Vladimir Lenin Çelik Fabrikası’ olarak kalmış. Komünizm sonrasında fabrikanın bilim adamı ve mühendisi olan Tadeusz Sendzimir’in adı verilmiş. 

 Mogiła köyü ve çevresindeki arazileri kaplayan devasa bir fabrika. 1970’lerde 40.000 kişinin çalıştığı fabrikada, yılda yaklaşık 7 milyon ton çelik üretilmiş. 1980’lerde de sayısız eylemin ve protestonun merkezi haline gelmiş.

Fabrika Sovyetlerin Nowa Huta’da tam bir komünist şehir kurma hayaliyle kuruluyor önce. Tabi burada çalıştırılacak işçiler proletaryayı oluşturacağı için onların yaşayacağı birbirinin aynısı tek tip binalar da inşa edilmiş. Tarıma en elverişli topraklarda kurulan bu fabrikanın, ham malzemesinin başka bir bölgeden buraya vagonlarla getiriliyor oluşu da ayrıca bir konu tabi. Bazı bölümleri kapatılmış sonradan ama halen Avrupa’da ki çelik ihtiyacının büyük kısmı buradan karşılanıyor.

Fabrika kapısının etrafında bir küçük market, bir de döküntü bir alkolik barı var. Binmeyi planladığımız otobüs için beş saat beklememiz gerektiğini görünce yürümeye karar verdik tabi, neyse ki iki duraklık bir mesafeydi. Uzun bitmeyecek gibi görünen bir otoyolun kaldırımından yürüyüp Wanda Höyüğüne ulaştık.

Wanda’nın Höyüğü (Kopiec Wandy)

Çelik fabrikasından sonra iki tarafının yeşillikle sarıldığı Ujastek Mogilski otoyolunun kaldırımından yürümeye başladık. Yaklaşık 15 dak. bir yürüyüştü ama önceki üç saatlik yürüyüşün üstüne eklenince benim halim mecalim kalmamıştı. Üstelik hiç mi bir kafe bulunmaz bu yerde diye söylenmekten kendimi de alamıyordum. Solda tramway yolunun geçtiği yerle birleşen bir merdivenden yukarı çıktık. İşte Wanda Höyüğü karşımızdaydı. 

Öyle pek yüksekliği yok manzarası da sadece yeşillik. Mogiła köyü aslında M.Ö 5000 yıllarından buyana sürekli bir yerleşim yeri olmuş. Arkeologlar için hala bu höyüğün yapım tarihi bir gizem. Lider teorilere göre 6. ve 10. yy arasında Slavlar veya Keltler tarafından yapılmış. Rivayete göre Kral Crak öldükten sonra güzel kızı Wanda kraliçe olmuş. Evlenmesi istenmiş. Adaylardan hiç birini beğenmemiş Wanda, sonra da bir açıklama yaparak hiçbir zaman evlenmeyeceğini bildirmiş. Tabi bunu duyan herkes çok üzülmüş fakat Alman olan aday bu duruma çok öfkelenmiş. Ordusunu toplayıp Wanda’nın topraklarına saldırmış. Wanda’nın ordusu onları geri püskürtmüş. Bu zaferin ardından Wanda tanrılara teşekkür için bir kurban sunmak istediğini belirterek kendini nehre atmış.

 Nehirden çıkarılan bedeninin değdiği ilk karaya mezarı yapılmış. Böylece bu höyük hala Wanda’nın höyüğü olarak biliniyormuş. Wanda’dan sonra gelenekleşmiş festivallerden birinde; baharın gelişini simgeleyen ve en uzun gün olan 21 Haziran’da,  bekar ve evlenmek isteyen kızlar saçlarına otlardan çiçeklerden birer taç yapıp, burada nehre bırakıyorlar. Geleneğe göre (eskiden) kızı seven yüzerek yada sandalıyla o tacı yakalayabilirse onunla evlenmeye hak kazanıyormuş. Şimdilerde sadece törenin bir parçası.     

Branice Malikanesi 

2b Sasanek Sokağında,  Krakow Tarih Müzesinin bir şubesidir. Saat 14:00’den sonra açılıyor. Giriş ücretsiz. Gitmeden yine de web sayfasını kontrol etmeniz yararınıza olur.

Wanda Höyüğünde ki merdivenlerden hemen inince karşı istikametteki tramvay durağından 21 no’lu tramwaya bindik. Pleszow’da indik. Burdan da bir iki durak mesafedeki Szymanskiego’ya giden bir otobüse binip, aynı adlı durakta indik. 

Szymanskiego durağında inince benzin istasyonunun yanındaki yoldan yürümeye devam ettik.

 Yol küçük ‘shrine’den  (dua noktası) sonra ikiye ayrılıyordu. Biz sağdaki ağaçlıklı yoldan devam ettik. 

Branice ismi ilk olarak tarihi belgelerde 1250 yılında ortaya çıkmış. Bu çevre köyün sahibi bir aileymiş. 15yyda bir ara yönetimi başka bir aile ele geçirmiş olsa da 18yy’a kadar burası yine onların yönetiminde kalmış. 16yy’lara dayanan bu kule tam bir Rönesans mimari özelliğinde. 

Karşısında ki ev ise 19yy yapımıymış. Genelde ofis olarak kullanılıyormuş. Güleç yüzlü bir asistan olan bayan bize buranın tarihini çat pat İngilizcesiyle biraz anlattı. 

 Asıl görülecek yer zaten bu Rönesans kulesi. İçeride ki küçük iki katında, bu arazilerde ki kazılarda bulunmuş bazı parçalar ve oldukça eski bir iskelet sergileniyor. 

 Aynı gelincikli yollardan dönerek benzin istasyonunun oradan otobüse binip, Pleszow’a, oradan da tramvayla şehir merkezine dönüş yaptık.

No comments:

Post a Comment