Saturday 8 February 2014

Hamburg, 1. Gün.




Rote Flora
Arkadaşımın Sternschanze sokağında ki evinde güzel bir kahvaltıdan ve biraz da dinlendikten sonra dışarı çıktık. Holstenstr  merkezi bir yer olduğu için, önce bu civardan başladık gezimize, Kopibar'da üzerine
Kopibar
harika
çizimler yapılmış leziz kahvelerimizi içtikten sonra biraz aşağı doğru yürüdük. Rote Flora evi hemen yolumuzun üzerindeydi. Hamburgun güçlü bir sol geçmişi var, bu ev de solun kalesi olarak biliniyor. Ev sahibi binayı satmak istiyormuş aslında, fakat 80'lerden bu yana kültür merkezi olarak kullanılmış, evsizlerinde yaşadığı bir yer olmuş, polisler müdahale edemiyor ve orada yaşayanlar da izin vermediğinden ev satılamıyor. Bir çok eylemin, protestonun başlangıç yeri kabul ediliyor. Biz gittiğimizde eylemler henüz durulmuştu, fakat gezinirken mağazaların vitrinlerinde ki tuvalet fırçaları dikkatimizi çekti, ne alaka dedik kitapevi vitrinin de bu fırçaların?  Arkadaşlarımızın anlattığına göre son dönemlerde  polis tipini beğenmediği insanları sokakta durdurup üst araması yapıyormuş ve gençler de kabanlarının içinde bu fırçaları taşımaya başlamışlar, polislere elletmek için :)) Ayni sokakta Feldstraße denilen bir ikinci el eşya, giysi pazarı da vardı fakat bizi pek sarmadı.
 Hamburg, tam bir endüstri ve liman kenti. Şehri gezerken kendimi dev bir makinenin grafitiyle bezenmiş rengarenk koridorlarında gibi hissettim kendimi. Önce bu curcuna biraz ürküttü fakat sonra eğlenceli ve samimi gelmeye başladı. ___HVV yazan makinelerden metro biletimizi aldık, 4 kişi olduğumuz için Gruppen card tüm gün biletini seçtik, 11olan bu bilet 5 kişiye kadar kullanılabiliyor. Yolculuk boyunca bilet saklanmalı aksi takdirde ummadık bir zamanda içeri giren bilet memuru 40 ceza kesiyormuş. Üç kere bu cezayı alanlar da mahkemeye çıkarılıyormuş. Yol güzergahımızı belirlemek için şu adresi kullandık:  http://www.hvv.de/  

Elbphilharmonie
Landungsbrücken limanına geçip aynı biletle yolcu vapuruna bindik ve yarım saat kadar bir gezinti yaptık. Diğer vapurlar 20 civarındaydı, onlar kadar önemli noktalara uğramasa da, bindiğimiz vapur da tatmin ediciydi. Vapurdayken bize ilginç görünen Docklandda inip yaklaşık 150 basamak merdiven çıkıp, limana üstten bir bakış attık. Karşıda deniz kumu dökülerek yapılmış küçük bir plaj vardı, ortasında bir kaya.
Dockland
Arkada
şım, yıllar önce Norveç 'e ait bu kayanın bu civarda bulunmuş olduğunu ama nasıl buraya ulaştığını kimsenin anlayamadığını anlattı. Etrafında hala merakla gezinenler vardı. Plajın arka tarafında pahalı evler yan yana dizilmişti. Liman vapurlar, sancakları, yük gemileriyle işgal edilmiş gibi kalabalıktı. Her on dakika da bir geçen başka bir yolcu vapuruna binip turumuzu tamamladık. Kıyı boyunca çeşit çeşit hediyelik dükkanları gezerek yürüdük. Karşımızda gökyüzüne asılmış çarşaf gibi duran bina Elbphilharmonieydi. Hala yapımı sürmekte olan binanın, bu güne kadar burada ki en pahalı proje olduğu
Wurst
s
öyleniyor. Bitince müzik ve opera binası olarak kullanılacakmış. Buraya gelip sosis yememek olmazdı, bir tanesi bir kişi için oldukça doyurucu. Wurst sosis  demek, önündeki kelime de sosuna göre değişiyor, fiyatları 4 civarında yani bir hediyelik magnetle aynı para. Almanya genel olarak pahalı. Yeme içme işi ucuza getirilebilir ama hediyelik bir şeyler almak bizi biraz zorladı. St Pauli de yürümeye devam ettik. Dancing Towers’ı gördük uzaktan, 2013te açılışı yapılmış bu binayı daha yakından görmek için Reeperbahna gitmek gerekiyor. Biz önce Alter Elbtunnel e doğru yürüdük, St Paulideki bu tarihi tünel nehrin altından iki yakayı birbirine bağlıyor, içinde arabalar için asansörünün de olduğu, 24 metre derinlikte, 426,5 metre uzunluğunda
Alter Elbtunnel
olan t
ünel 1911 yılından beri yayalar, bisikletliler, arabalar için hala aktif bir yol. St. Paulide ki gezintimize tarihi köprünün altından geçerek devam ettik,
Bismarc Memorial
k
öprünün her ayağının önünde bir heykel vardı. Bismarck Denkmal heykeli ise 35 metre yüksekliğiyle hemen karşımızda tüm dikkatleri çekiyordu. Elb-Park tepesine kurulu Bismarc Memorial 1815-1898 yılları arasında yaşamış Alman lider, Prens Otto Von Bismarck anısına 1903te yapılmış. Buranın ilk kahramanı olarak biliniyor. Üzeri grafitlerle boyanmış heykelin etrafını saran diğer figürler de ilginçti. Oradan St Michaelis kilisesine doğru yürümeye devam ettik. Yolumuz üzerinde, tam bu şehre yakışacak büyük gemiler gibi inşa edilmiş cam binalara bakınarak yürüdük. St. Michaelis Kirche barok mimarisiyle bizi gerçekten büyülemişti. İçerisi de bugüne kadar gördüğümüz kiliselerden farklıydı, beyaz duvarlarında ki altın varaklı
St. Michaelis Kirche
s
üslemeleriyle bambaşka bir havası vardı. Çok iyi bir eko yapısına sahip olduğu için genelde konserlerde de kullanılıyormuş. Sadece bayların içeri girerken şapka çıkartma zorunluluğu vardı. Bu gezintinin ardından akşam yemeği için arkadaşlarımızın evine döndük, dinlendik ve saat 22:00 sularında gece hayatını görmek üzere rotamızı Reeperbahna çevirdik. Yol üzerinde Sünde isimli bara uğrayıp özel biralarından (biralar 3 civarında) tattık ve Chris herradura denilen özel bir tekilayı, usulü gereğince küçük yudumlarla içti. Öyle tuz ve limonsuz olarak. Mekanı, müzikleri, atmosferini çok sevdik.
Reeperbahn gece hayatının merkezi. Biz bir de cumartesi gecesi gitmiştik ki yürümek bile zordu. Sokağın başında müşterileriyle pazarlık yapan genç kızlar,
Reeperbahn
pullu
ışıltılı ayakkabıları, absürt giyimleriyle hemen fark ediliyordu. Bu sokak  İç çamaşır dükkanları, erotik shoplar,  casinolar, gece kulüpleri, seks showları, barlar, seks sineması ve seks müzesi olan oldukça hareketli bir sokak. Camlarda dans eden yarı çıplak kızları izleyen, sarhoş kalabalığın arasından geçerken biran korktuğumu hissettim. Hiçbir yerde duraklamadan sokağın çıkışına doğru yürüdük. Burada Herbertstraße denilen bir sokak vardı, kadınların müşteri bekledikleri Red Light Sokağı” olarak da bilinen bir yer, sadece erkekler girebiliyormuş. Sokağın giriş ve çıkışında resmen barikat vardı, içeriyi göremiyorsun bile.  Reeperbahnda ki Beatles anısına yapılmış demir siluet heykellerini de gördükten sonra eve döndük. Ne de olsa birkaç saat sonra yeniden uyanacak ve balık pazarını (fischmarkt) görmeye gidecektik.   

No comments:

Post a Comment